Yağma ve talanın anatomisi

Aslında olay haberde adı belirtilmemiş bir pazar esnafının çalmak ile ilgili düşüncelerini içerdiği için bu yazının başlığı "Çalan ile çaldıranın anatomisi" de olabilirdi. 1 Ağustos pazartesi günkü Sözcü'de fotoğraflı olarak manşete çekilen, ama konuşanın hangi pazarın esnafından, kim olduğunun belirtilmediği, YouTube haberinden aktarılan olayda tartışmanın odağı yağma ve talan ekonomisi olduğuna, ortada somut olarak ileri sürülmüş bir çalma fiili de olmadığına göre artık gına getirmiş olan çalıyorlardı-çalmıyorlardı teranesine dönüştürmenin alemi yok, videoda olay olan sözlerin sahibi de zaten iktidardakilerin çalıp, çalmadıklarının umurunda olmadığını şu sözlerle vurguluyor:"Ben 20 senedir kirada oturdum. Çalıyorlarmış, benim sorunum değil kardeşim. Çalıyorsa Allah ile onun arasında. Biz de çalıyoruz, biz de vergi kaçırıyoruz burada. 100 tane mal satıyoruz, 29 tane fiş kesiyoruz. Yalan mı kardeşim Çalmayan var mı Allah aşkına Dürüst olmak lazım. BİM'i de, ŞOK'u da, A101'i de çalıyor. Nankörlüğe ne gerek var ya!.. Nerede işsizlik Vallahi işsizlik yok! Yalan söylüyorlar, dünyada var ekonomik kriz..."Şimdi vatandaşın sözlerinden yola çıkarak talan ekonomisinin anatomisini inceleyebiliriz.Vatandaş bizzat kendisi de dahil olmak üzere herkesin kuraldışı oluğunu söylüyor ve bunda bir beis görmüyor. Yalnız vatandaşın, "Ben her şeyi bunların sayesinde kazandım" derken vurguladığı gibi ortak kuraldışılıktan herkesin nasiplenmesi gerekiyor.Demek ki talan ekonomisinin birinci kuralı, "komşuda pişer bize de düşer" kabilinden talan ve yağmadan herkesin nasiplenmesidir.1994 İstanbul Büyükşehir Belediye seçimlerinde adaylardan Recep Tayyip Erdoğan'ın seçim bölgesinde kaçak inşaatı olduğu ortaya çıkınca, herkes seçimi kazanamayacağını sandı.Yanılıyorlardı.Kuralları uygulayacak olanı kuraldışı olanlar seçince kuraldışının kural olması doğaldı. Öyle de oldu.Komşu da pişip bize de düştükçe, kuraldışı olmanın bir sakıncası yoktu.Nasıl olsa hepimiz kuraldışıydık be abi! Üretim ve emek temel değerler olmadığından liyakat, hakça bölüşüm gibi kuralların da yağma düzeni sürdükçe önemi yoktu. AKP, iktidarının ilk yıllarında, bol dış sıcak kaynak imkânının da olduğu bir dönemde, inşaat sektörüyle ekonomiyi hareketlendirerek ve yılların toplumsal kazanım ile birikimlerini özelleştirme yoluyla elden çıkararak büyümeyi sağladı. Bu büyümenin sürdürülebilir olmaması önemsenmedi, bu konudaki uyarılara kulak asılmadı. Önemli olan değirmenin suyunun gelmesiydi, nereden nasıl geldiği değil. Suyun nereden nasıl