Ne yaşıyorduk

Sevgili,Hafta içinde İlham Gencer'in ölüm haberini alınca son zamanlarda pek sık içine düştüğüm iki zıt ruh halini bir arada yaşadım. Birincisi, ölümü, kendi ölümümü düşündüm, ürperdim yine. İkincisi herkesin birbiri ardından öldüğü bir dünyada hâlâ sıramın gelmemiş olmasından telaşlandım, sanki hiç bana sıra gelmeyecekmiş gibi panikledim.Bir kez daha sabırsızlıkla sordum: "Sıra bana ne zaman gelecek"Bu soruyu birçok kez içtenlikle soruyorum ama yaşamış olmaktan hoşnutluğumu da gizliden gizliye duyumsuyorum.Şu sırada, benim için en akla yakın, en makul şeyin ölmek olduğunu düşünüyorum. Ama sonra da ölmeye üşeniyor, kendi kendime söyleniyorum:-Boş ver şimdi kim uğraşacak ölmekle, ne güzel alıştığımız şey işte yaşamak.Sonra kendime şımarıklık mı ediyorum, kapris, naz mı yapıyorum diye soruyorum.O da değil. Kapris, naz yapacak kimse yok ki etraf bomboş, yapayalnızım.İlham Gencer geçen gün öldüğünde 101 yaşındaydı. Benim kuşağımdan da benden öncekiler ve sonrakiler arasından da az kişinin "İlham Gencer" deyince yüreği şöyle bir cız etmemiştir. Zamanında çalıştığı Taksim Belediye Gazinosu'nda izlemeyenler, radyodan dinlemişlerdir kendisini.İlham Gencer ve orkestrası, Taksim Belediye Gazinosu'nda caz ve pop çalarlardı. Orkestranın solisti ise bir süre evli kaldıkları, Ayten Alpman'dı. İkili ayrıldıktan sonra da uzun yıllar birlikte anıldılar.Taksim Parkı'nın kıyısında, bir bölümü de Sheraton Oteli'nin yerinde olan Taksim Belediye Gazinosu, o zamanlar İstanbul'unun (bütün ellili ve altmışlı yıllar) gidilecek bir iki lüks gece kulübünden biriydi ve hafta sonları bazı okul çayları da orada yapılırdı. Ben de Galatasaray Lisesi'nde öğrenciyken bu okul çaylarından birine tarih hocamın kızıyla birlikte gitmiştim. Sonra sınıfta tarihten tahtaya kaldırıldığımda sınıfın "Hocam Deve Vakası'nı Ali Ayşe çatışmasını sorun" diye laf atmalarına karşın kız ile sevgili olup olup olmadığımızı bilemiyorum. Öyle şey de olur mu deme, oluyor işte evine gidip geldiğim kızın sevgilim olup olmadığını bilemiyorum. Yaşlar o yaşlardı işte.Kızın sevgilim olup olmadığını bilemediğim gibi, o sıralarda İstanbul'un büyük bir metropol mu yoksa henüz küçük bir şehir mi olduğunu da kesinlikle bilmiyordum. Henüz eylül akşamları evden yemekleri hazırlayarak Küçük Moda Bahçesi'ne eylül mehtabına, Yakacık'ta kâğıt kebabı, Kanlıca'da yoğurt yemeye gitme âdetlerinin sürdüğü o yıllarda,