Vergide adalet

Değerli kardeşlerim:

Devletlerin ayakta durabilmesi için vatandaşların dan vergi toplaması normal bir adettir.

Resulullah Efendimiz (s.a.s) ve ondan sonra Hulefa-i Raşidin döneminde, daha sonraları uzun bir süre İslam ülkelerinde; İslam dininin beş temel şartından birisi olan zekât, ayrıca öşür toplanmıştır.

Zekat ve öşrün nisap miktarları, şer-i ölçüleri dini ve fıkıh kitaplarımızda genişçe açıklanmıştır..

İsteyen kardeşlerimiz konuyu enine, boyuna araştırabilirler.

Her Cuma günü bütün camilerimizde hatip efendiler Kur'an-ı Kerim'den bir ayet-i kerimeyi okur ve açıklamasını yaparak öyle Cuma namazına geçerler.

Ayeti kerimede Mevlamız:

"Muhakkak ki; Allah adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder. Hayâsızlığı, fenalığı ve taşkınlığı ise yasaklar. Tezekkür edesiniz diye size öğüt verir." (Nahl süresi 90)

Her şeyde adaletle hareket etmek Müslümanlar içinde, Müslümanların oluşturduğu devletler içinde önem arz etmektedir.

Vergi bir vatandaşlık görevidir; zekât ise dinî bir yükümlülüktür. Ayrıca zekât ile vergi; mükellefiyet, temel gaye, oran, miktar ve harcanacağı yerler (et-Tevbe, 96) bakımından birbirinden farklıdır.

Bu itibarla, devlete ödenen vergiler zekât yerine geçmez. Zekâtın ayrıca verilmesi gerekir (Karadâvî, Fıkhu'z-zekât, 21118; İslâm Ticaret Hukukunun Günümüzdeki Meseleleri, (Sonuç Bildirileri), 996). (Din işleri yüksek kurulu)

Şöyle kısaca bir araştırmaya kalktığımızda görürüz ki;

"İslam inancının adalete verdiği önem kendisini vergileme alanında da göstermiştir. Bu bağlamda vergilemede adaletin önemli bir göstergesi olarak günümüzde de uygulanan artan oranlı vergi tarifesinin Hz. Ömer (ra) döneminde de uygulandığı görülmektedir. İslam topraklarının genişlemesi, sosyal ve iktisadi şartlar ile zenginlik anlayışının değişmesi, artan oranlı bir vergi yapısına geçilmesine yol açmıştır. Hz. Ömer (ra) döneminde kişiler; zengin, orta ve düşük gelirli (fakir) olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Zengin bireylerden 4 dinar (veya 48 dirhem), orta gelirli bireylerden 2 dinar (veya 24 dirhem), düşük gelirli bireylerden ise 1 dinar (12 dirhem) olarak vergi tahsil edilmiştir (Kocaoğlu, 2016: 158). Bu vergi, aynı bu miktarlara denk gelecek şekilde ayni olarak da tahsil edilerek alternatif bir ödeme yöntemi de geliştirilmiştir (Yeşilyurt, 2015: 107)."

Devlet hiçbir hususta vatandaşının altından kalkamayacağı bir yükü vatandaşına yüklememelidir. Çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alınması esastır.

Yabancı bazı siyasetçilerin dediği gibi: "Ekmek yoksa pasta yesinler." Bizde meşhur bir siyasetçinin dediği gibi: "Vatandaş un çuvalına benzer vurdukça un tozu çıkar. Vergi koymaktan çekinilmemeli" gibi sözler zamanımızda geçerli değildir.

Millet olmadan devlet olmaz. Devlet de millete hizmet için vardır.

Bu millet karne ile ekmek aldığı günleri, vergi ödeyemediği için hayvanlarını dağlara kaçırdığı günleri, tahakkuk eden vergiyi parası olmadığından, ödeyemediği için vergi borcuna karşılık günlerce en ağır şartlarda kazma kürek yollarda aç, susuz çalıştırıldığını, harman yaptığı bahçesinden daha mahsulünü ambarına götürmeden vergiye mahsup edilerek alınıp götürüldüğünü unutmadı

O günler ne kara ve ne çileli günlerdi

Burada Kanuni Sultan Süleyman devrinde vergi ile yapılan yanlış bir uygulamanın nasıl düzeltildiğini sizlerle paylaşmak isterim:

Kanuni devrinin büyük âlimlerinden, mürşidi kamil, aynı zamanda Kanuni'nin süt kardeşi Yahya Efendi hazretleri medresesine giderken yolunu kesen bir papazın çok sert sorularına muhatap olur.

Papaz: "Ey Müslümanların alimi, dininizde adalet böyle midir Sizin dininiz ölmüş Hristiyanlardan da vergi almayı mı emreder"

Yahya Efendi, papaza: "Bizim dinimiz adalet dinidir. Değil ölmüş Hristiyanlardan vergi almak, dirilerden bile yoksulsa vergi almaz. Aksine onlara yardım emreder."

Papaz, Yahya efendinin bu cevabından cesaretlenerek şöyle der: "Şayet dediğiniz doğru ise, vergi toplayan memurlarınız bizim ölmüş dindarlarımızın evlerine gelip de haraç istemelerini nasıl izah edeceksiniz Ölmüşlerimizden vergi düşmesi gerekirken halen memurlarınız bunu talep ediyorlar. Şayet bu, dininizin emir ettiği değilse, sultanınızın siyaseti icabı mıdır.."

Cadde ortasında böyle bir nevi onur kırıcı bir suale muhatap olan Yahya Efendi: Medresesine geldiğinde ilk iş olarak eline bir kalem alarak sütkardeşi Sultana bir mektup yazıp durumu bildirmek olur.

Yahya efendinin sütkardeşine yazdığı mektup oldukça ağır ve ikaz türünde idi:

"Ey cihan sultanı! Bilesin ki, sana tahtına çıkmak artık haram olmuştur. Hem o kadar haram olmuştur ki, senin zulmün, dirileri bırak ölülere kadar uzamış, ölülerden de vergi almaya tenezzül etmiştir. Böylece hazineye haramı sokmuş, ümmeti Muhammed'e haram yedirir hale gelmişsin"

Mektubu okuyan padişah çok üzülür.

Meseleyi anlamak için hemen Yahya Efendinin dergâhına gider:

"Yahya Efendi karındaşım! Bu nasıl mektup böyle" diyerek meseleyi anlatmasını ister.

Yahya Efendi papazın yolunu keserek anlattıklarını Sultana anlattıktan sonra: "Bir keşiş karşısında beni mahcup duruma düşürdünüz. Sultanın hazinesi bu kadar mı fakirleşti Ölmüş Hristiyanlardan haraç alarak Devlet-i Aliyyeyi bunlarla mı koruyacak.

Sultan bunları dinledikten sonra ağlamaya başlar ve hemen saraya döner, bütün memurlarını toplayarak kesin fermanını duyurur: