Ömür kısa, zaman dar

Yeryüzüne adım attığımız gün ile yeryüzünden ayrıldığımız gün arasındaki zaman aralığına ömür ya da hayat denilmektedir.

Ömür mefhumu, hayatın zamanla ifadesinden başka bir şey değildir.

Esasen, ruhlar âleminden yola çıkıp, ana karnındaki "var ediliş" safhasını tamamladıktan sonra dünya memleketine arz-ı endam eden insan, gençlik ve -ömrü varsa- ihtiyarlık güzergâhından geçerek, ahirete müteveccihen makbere yaslanır.

Gelişiyle gidişi arasında -az çok- yaşadığı zaman dilimi, ömürdür.

Bu zaman zarfında, kum saati hiç durmaz; mütemadiyen akar, akar...

İnsan ise bir yerlere erme, bir şeylere erişme çabasıyla koşar durur hayatından, mematından bigâne.

Sürekli hareket ve faaliyet içinde emeline râm olan bir insanın ömrü, ömür müdür, ölüm müdür bilinmez.

Yaşanan hayat ve hayat içindeki ömür var ediliş maksadına uygunsa, nurunâlânur olur. Aksi halde heba olur, savrulur.

Neciliğinden ve nereye gideceğinden bihaberliğe bir misal:

Eflatun, kendisine yöneltilen, "İnsanın hangi davranışları şaşırtıcıdır" sorusuna şu cevabı vermiş:

"İnsanoğlu çocukluktan sıkılır, büyümek için acele eder, sonra çocukluk günlerini özler.

"Önce para kazanmak için sağlığını, sonra kaybettiği sağlığını geri kazanmak için parasını harcar.

"Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar, sonra hiç yaşamamış gibi ölür.

"Hayata hazırlanmaya o kadar vakit harcar ki, hayatını yaşamaya vakit bulamaz. "Yarını öyle düşünür ki, bugünün elinden kayıp gittiğini fark etmez bile. Oysa hayat geçmişte ya da gelecekte değil, şimdiki zamanda yaşanır."

Bediüzzaman da bu gerçeğin önemine dikkat çekiyor ve meseleyi veciz bir cümle ile hülasa ediyor;