Müslüman, keyfemayeşa yani canı nasıl isterse öyle yaşayan bir insan değildir. Hem kendisi hem de kendinden başkaları için uyulması icap eden kurallar olduğunu bilir.
En basitinden bir lavabo adabına uyulması gerektiği gibi; hayatın içinde de hayata dair uyulması gereken adap, erkan, kurallar vardır ve olmalıdır.
Fakat, kuralları bilmek tek başına yetmiyor.
Bilmenin yanında, insanın edindiği bilgileri zihninde duru olarak izleme şuurunda olması; farkındalık için, bilginin bilince dönüşmesi gerekiyor.
Esasen birçok şeyi bildiğimizi zannetmek yerine (konusunda mütehassıs olanlar müstesna), bilmediğimizi fark etmek daha kazançlı, daha isabetli bir anlayış tarzı değil mi
İnsan, beşikten mezara kadar bilgiye muhtaç.
Bilmek için ise, öğrenmek gerekir.
Sosyal, kültürel; dinî, dünyevî bilgi açığımızı kapatmak, bu ihtiyacımızı gidermek için zaman ve zemin mefhumu söz konusu olmayabiliyor.
Nice ihtiyar denecek kadar ileri yaşta kimselerden Kur'ân-ı Kerîm'i hıfz edip, hafız olan; mahkûm olarak girdikleri mahpushanede tahsil yapan, hatta üniversite bitiren insanlara dair haberleri zaman zaman medyada görüyor, okuyor ve memnun oluyoruz.
Peygamber Efendimiz (asm), hadis-i şeriflerinde; "İki şey vardır, insanların çoğu onun değerini bilmezler: Sıhhat ve boş vakit" diyor.1
Demek ki bir Müslüman, "ne istersem öyle yaparım" yaklaşımı yerine, zamanını, dolayısıyla ömrünü dünya ve ahiret saadeti bakımından en faydalı bir şekilde değerlendirmenin gayretinde olmalı; hayatın ham maddesi olan ömrünü iyi işlerde değerlendirmeli.
Okumak yazmak, öğrenmek ve emsali güzel çalışmalar için hiçbir zaman, "geç kalınmış zaman" değildir.
Yeter ki sen bunu iste.