Âsûde bir manzara
Mezaristan mahallinde öbek, öbek insanlar,
Duyuluyor oralardan yüksek sesle, Kur'ânlar.
Ustalıklar konuşmuş, kondurulmuş nice mezar,
Merak edip atıyorum, cümlesine, bir nazar.
Bazıları, servilerin gölgesinde yatıyor,
Bazıları, ötekinin, ensesinden bakıyor.
Birçoğunun rengi aynı; beyazın da beyazı,
Mermerlere nakşedilmiş yüzlerce farklı yazı.
Kimisinde, hüzün kokan hasret dolu mersiye,
Bazısında lâfügüzaf, abartılmış methiye.
Hünerleri, levha ile baş taşına çakılmış,
Rütbelerin tamamıysa, varıp kabre takılmış.
Kimileri kederlenmiş, ağıt yakmış yârine,
Nâmudatlar ağlamaklı, ah eder, ağyarine.
Bir Fatiha, mevtaların, dertlerine devâdır,
Esasında, mübrem olan, gösterilen vefâdır.
Şu âsûde mezarlara hayret ile bakınca,
İmrenmemek mümkün mü ki, salihlerin ardınca.
Yamaçlara serili, yemyeşil bir alan gördüm,
O mahalli mesken tutup, yatmak istedi, gönlüm.
Malûmunuz; yaşıyorken asla "öleyim" denmez,
Hangi zaman gelir, ecel, göç edilir bilinmez.
Kim bilir; buralara kimler geldi, kimler girdi,
Nice servet, nice şöhret onlara yüz çevirdi.
Makbul olan; adam gibi hayat sürerken ölmek,
Mümin kula yakışacak bir amelle gömülmek.