Risale'yi bütün okumak

KAFASINA GÖRE RİSALE OKUYAN ARKADAŞLAR,

YÜZ SENE RİSALE OKU; SONRA SIRADAN BİRİ OL; OLDU MU ŞİMDİ!

RİSALEYİ YARIM OKUYANLAR'A: RİSALE; TARİKAT DEĞİL; HAKİKAT...

(MÜNAZARAT VE MUHAKEMAT OKUMAZSAN TARİKATÇI OLURSUN; YA ŞEYHE YA HOCAYA RAM OLURSUN!)

Risale okuyanların hürriyete daha bir sıkı sarılmak gibi sabit ve mecbur, mahkum bir işi var.

Niye

Çünkü "ahrarlar" diyor, o, cephede -at üstünde bile- talebesine söyleyerek kitap yazmış Said Nursî.

Ahrarlar; "hürriyetçiler"demek olduğuna göre, hem Risale oku hem de hürriyeti, adaleti, demokratlığı, hukuku, kanun önünde eşitliği es pas geç!

Geçemezsin!

Geçiyorsan Bediüzzaman'ı nasıl okuyorsun, diye sorarlarsa!

On Üçüncü Pencere'yi açıyorsan Münazarat penceresini açmasan havayı koklayamazsın, burnun koku almaz. (Rahmetli annem ortada dolapların döndüğünü farketmediğimi farkedince: "Senin burnun koku almıyor, derdi.)

Ah, isimlere, resimlere, "algı" cehennemine takılmak... ah ki ne ah!

Hürriyetin olmadığı yerde, Said Nursî de yoktur.

Ömrünün nerdeyse yarısını hürriyet uğruna esarette geçirdi.

İnsanlık nefes alsın, istibdat ebedî gebersin diye...

O ufacık sepeti bunun şahidi...

Hürriyet işinin Namık Kemal de, Akif de farkında ki... bir yerde şunu der, bu kahretmeyen kahırlı ömür: "Meşhur Kemal'in Rüya'sıyla uyandım."

Burda, dur, işte!

Hürriyeti ötelemek; insanlığı ötelemektir. Hangi görüşte, reyde, partide patırtıda olursan ol; önce hürriyet...

Zaten kendisi tarifini de yapmış. Kendine ve başkasına zarar vermeden yaşamak olarak vasıflandırmış.

Şu müdahelecilik var ya... kabiliyetlerin ölümü...

Güneş denize başka, güle başka güler... Hakikat tektir amma renk renktir, sözü de fakirin hediyesi olsun cümle akıl ve kalp sahiplerine.

Bir ikram-ı Ali daha: "Karışma bana; karışmam sonra!"