Ekmek ve kelime - Ân diyarı (24)

Bakışsız, görüşsüz, duyuşsuz, ufuksuz, yaşadığımızı, adımlarımızın adressiz olduğunu bilseydik!

Daha çok şey vardı bilmediğimiz. Burada misafir olduğumuzu bilmek işimize gelmiyordu. Halbuki burası bekleme salonu idi; birazdan çağrılacağınız yerde hep tetikte olmak vardı. Misafir "seferde" olan demekti; hep bir seferberlik vardı aslında. Dağdağalı bir dünya...

Burada dur ve durak yok, sözünü hatırlamanın sırasıydı. Bilgin Abi o sözü de hatırlattı: Lâ rahate fid dünya; illâ selase: Sohbet-i ihvan, tilavet-i Kur'an, zikr-i Rahman.

Dostlarla sohbet et; gör rahatı.

Fatiha'yı okudukça rahatladığını elle tutacaksın. Bir de biraz dalsan şöyle kelimelerin kalbine.

Seni her dem gözetenle beraber olmayı da bulabilirsen al sana yaşama sevinci.

Gerçi Türkçe idi bu ifadeler de sonradan oldu n'olduysa da yani'lerle izahlara başlar olduk.

N'olduk böyle Selim Abi.

Yaşama sevincini arar olduk durup dururken. Biz zaten sohbet toplumuyduk. Güzel bir şey görsek maşallah; şaşırsak, hayret etsek sübhanallah; rahatlasak elhamdülillah cümleleriyle uyur uyanırdık.

Dinlemeyi, konuşmayı, susmayı unuttuk.

Selim Ali ne diyorsun sen Dünyayı başka türkü anlatıyorlar. Hayat bir mücadele... diyerek kavga bitmedin isteyenler var

Baksana şu Karışıklık Çarşısı'na diyenler az değil...

Hep diken üstünde miyiz bir taraftan Bu dağdağalı kelimesine takıldım da...

Hayır çiçekler var; her bahar ölüm korkusunu üstümden bir perde gibi sıyıran.

Az önce yoldaşım Mustafa Serdar ile mayıs çiçekleriyle çiçeklendik. Şehrin gürültüsüne bigane çiçek ve arı aşkına sen de aşina ol.

Her şeyi başkasından bekleme. Biraz yaşamak öğren sıra dışılıklarda. Dikenlerin yanında nereye, nasıl bakacağını sen bileceksin.

Biz sohbeti unuttuk. Dostlarla, eşya ile sanatı görüp Sanatkâr'la sohbet etmenin keyfine doyum olur mu!

Sohbet sahip çıkmaktı. Tazelenmekti. Birisinin gözlerinde, içinde, işinde kaybolmaktı. Sohbet bir iksirdi aslında; aslına uydukça. Sohbette insibağ var, sözünü de anlayan olur mu bu zamanda! Yani sohbettekiler birbirini boyalar, oyalar... Oya oya, nakışlar, işler. Şimdi her ne kadar "anlam kötüleşmesi"ne uğramışsa da aslı nakıştan gelen münakaşa var.