Diplomaların dayanılmaz cehaleti - Ân diyarı (35)

Bilgin Abi, Selim Ali ile zaman zaman kelimelerin gittiği yere kadar yolculuğa çıkıyordu. Onun kelime oyunlarına olan hayranlığını deşmek istiyordu.

Mısraların ve cümlelerin bir ya da birkaç kelimeye sığdırılması oyunu denebilirdi buna.

Aslında bu okullara ve hatta camilere de taşınmalıydı. Kelimesizdik. Dilsizdik. Okumuyor yazmıyorduk. Günlerce, aylarca eline kalem almayanların çokluğu korkutucuydu.

Mevlana, sormak için bilmek gerek, der. Çocuklarımıza imtihanlarda soru sormayı da beceremiyoruz; iyi mi! Sorular iptal ediliyor, cevap şıkları değişiyor, tonlarca paramız ziyan oluyor. Bırakın bu işi. Her okul kendisi halletsin alacağı vereceği talebeyi. Ve Türkçesi bozuk okullar ya kapatılsın ya da ne bileyim bir çaresi vardır. Sordunuz da söylemedik mi Bu cehalet imalatı böyle sürgit gitmeez!

Dile kolay; yirmi yıla yakın okulculuk oynatılan ve ama kitaba uzaklığın zirvesinde bir ülkede ne cehalet biterdi ne fakirlik ne de gürültü...

Bunca şairi olan bu toprakların çocukları bedenini ve ruhunu doyuramıyordu.

Selim Ali istiyordu ki adım başı kütüphaneler olsun da nerde!

Okulların bile kitaba uzaklığının o da yıllar sonra farkında olacaktı.

İlkokul anlamadan bitti. Zaten fakirliğin kol gezdiği bir ailenin içindeymiş. Bu un böyle olduğunu anladığında vakit çok geçmişti.

Hangi kitap hangi kültür Aç yatıp güç kalkan bir toplum yaşadığının farkında olabilir miydi!

Sonra ortaokul... Öğrencilerin şapkalı olmasının mecburî olduğu yıllar... Tozlu Anadolu yolları... Sert bakışlı hocalar... Ellerinde cetvel... Geç mi kaldın; aç avcunu... Hattâ parmaklarını yan yana getirip uzat ve o yuvarlak sopa insin parmak uçlarına... Ufff!