Sükûnet özlemi - Ân diyarı (58)
Ben sükûneti özledim. Kim kimi duyar bu gürültüde! Tam içime döneceğim sırada aklımı, kalbimi yerinden oynatanlara ne diyorsun Selim Ali
Anladık mı iyice; dünya çok kalabalık; insanlık çok tenha... Uçaklar, fabrikalar, yollar, okullar çok kalabalık ve bir o kadar tenha... Dünya ne zamandır kefenlenmiş ki zulümlere sessiz... Ölü dünyadan yardım bekliyorsak; biz de ölüyüz.
Bu hangi çağ "Sen elif dersin hoca;
Mânâsı ne demektir"
Aynı Yunus ne diyordu Selim Ali
"Gelin tanış olalım!"
Tanı(ş)mak; adını koymak, bir karanlığın aydınlığa bürünmesi değil mi!
Doktorlar "teşhis" kelimesinin yanına bir de "tanı"yı koydular. Hastalığın tanınır, bilinir olması... Açığa çıkarılması... Adı konulmuş şeyleri çağırmak veya göndermek daha kolay ya!
Bu hasta çağın teşhisini kim koyacak Zalim... Keşmekeş... Dağdağalı... Cimri... Geveze... İnat... Sevgiden uzak... Hürmeti unutmuş. Öfkeli bir çağ...
Öfkeyle kalkan; zararla oturur! Anormal durumlarda; bir sefer daha akıllıkalpli olmak lüzûmu öne çıkıyor! Yaşamak gürültüye gelir mi! Sükûnetin olmadığı yerde; acele işe karışan, ellerini ovuşturur.
Niye bunlar Kalbimizi dünyaya sığıştırmaya çalışıyoruz; tatminsizliğimiz de bu yüzden olmasın!
Her ân bir tercihle karşı karşıyayız diyordu Bilgin Abi.
Hayat belki de bir "evet..."
Hayat belki de bir "hayır" miktarı...
Ve yoklar durmadan:
"Evet mi hayır mı!"
Telâşelerin başımızı döndürdüğü bu hız çağında göremeden geçtiklerimizin hayfı bize yeter de artar Selim Ali! Ve her ân bir bayramda olduğumuzu da unuturuz, unuttururlar.