Şubattan temmuza yol gider - Ân diyarı (57)

Yol nereye gidiyordu Yol ne demekti Hele "yolsuzluk" -ne dersen de- hiçbir yola sığmıyordu.

Yolda olanların her ân yeni bir kimliğe büründüğünü de görüyordu Selim Ali.

Her nefes her adım her bakış yeni bir kimlik diye düşündü.

Her ân değişen bir âlem ve kendisinin kaç âlem olduğunu aynalarda görmeye başlayan bu genç adamın hayalleri de korkuları ve ümitleri de uzayıp gidiyordu.

İşte bu hayallerin, korkuların, ümitlerin hakikatlerle iç içe olduğu yollar, daireler, çizgiler hakiki romanın, hikâyenin ta kendisiydi.

Her ân hem yeni bir nokta hem yeni bir hayat cümlesinin başlıyor olmasıydı.

Yolhayat böyle bir şeydi. Ânlıktı hayat ve dahi ölüm.

Uyanışların karanlığı yardığına ne kadar şahit oluyordu-k Aydınlıkta mıydık yoksa karanlığa gözlerimiz alışmış mıydı

Yol kelimesiz gitmezdi. Kelimesiz hâllerin de kelimesini bilen bilirdi.

Kelime, kelime, kelime...

Yol azıksız olmazdı. Cebimizde, torbamızda, heybemizde, sepetimizde, cüzdanımızda kelimeler olacaktı.

Her kelime yeni bir iklim, mevsim, renk, ahenk, beste, merhaba idi.

Kelimeler kaleme, mekana, zamana göre şeklalıyor, azalıyor, çoğalıyordu.

Kelime kelime yürürdü hayat. Nefeslerimiz, bakışlarımız ve susmalarımız (bile) kelime değil miydi

Aslında her şey kelimeye çıkıyordu.

Çok ağır şeyler mi söylüyorum Selim Ali Tamam da kelime hafif bir şey değil ki! Kelimeyi hafife alınca hayatın dayanılmaz ve çekilmez hafifliği başlıyordu. Ya da hayat işte böyle böyle ağırlaşıyor, sağırlaşıyor, uzaklaşıyordu. Yakılıp yıkılan zamanlara düşmenin altında, üstünde kelimesizliğin vahşi yüzü vardı.

Mekanlar, akıllar, kalpler ne varsa bir uçuruma böyle yuvarlanır Selim Ali.

Deccalı silahlar vuramaz. Vurdu mu şimdiye kadar Vuramayacak. O, silahların hedefi dışında...

Silah, kavga, cehalet, fakirlik insanlığın etrafını saran, gülücükleri solduran, hayatı görünmez kılan ne ise o idi işte!