Kestane üniversitesi

Torpilsiz, aracısız işe alınır mıyım diye (saf saf) bir üniversitenin kapısını çaldımdı yıllar önce. Yakın zamanda

Heyhat!

Kapıların duvar; duvarların aşılmaz, telli dikenli olduğunu, hantalizmin kök saldığını, yerinde ve bizzat bir daha müşahede eyledim.

Kızdım da kendime; bile bile ne diye (diye!)

Haftada birkaç saat "şiir Tahlilleri, Şiir Saati..." gibi rahatlatan, tefekküre kapılar, pencereler aralayan "müfredat dışı" şeyler yapmaktı niyetim.

Şu hiçbir yerde makam mansıp edinemeyen şiirin gönlünü almaktı.

Şiirsizliğin geldiği yerler kavga gürültü... Derken savaş...

Her şey iki kere ikinin dört ettiği... Üzerine de etmiyor; iki kere iki hesapları yetmiyor ve tutmuyor.

Birikimlerimimüktesebatımı kullanmak istediğimi, kadronun, paranın da çok önemli olmadığını dedimse de -edebiyatla uğraşan birisi olarak- derdimi anlatamadım; iyi mi!

Ders alamadım; "dersimi" aldım, kös kös geri döndüm.

Hâlâ ezber de edemedim, ki o ne güzel türküdür.

Haa, alçakyüksek "lisans" sordulardı; yok, dedim. Böylece hiç olmayacak bir işe teşebbüs ettiğimi iyice öğrenmiş oldum!

Demek ki Yahya Kemal de gelse; ders veremez'i demeyi de ihmal etmedim.

İğneleyici sözlerimin bana bahşettiği ferah ile terk-i mevki eyledim.

Arabaya atladığım gibi artık deniz kenarında ya da bir orman içinde demli bir çay içebilirdim; çorbadan, yemekten önce.

Sigarayı çoktan bıraktığımdan onun lafını etmiyorum bile.

Hayatın zehirli dumanını, nabeca adamların suratını içimizesineye çekiyoruz zaten.

Türkçesiz, demsiz, kıvamsız, kâğıttan, camdan, telefondan okumalıların...

Bu başıma gelen ilk değil; kaçıncı kapıdan döndürülmüşlüğüm olduğundan işi uzatmış olabilirim.