"Kâinatın mayası"

Ân diyarı (112)

Selim Ali, bu sinir, sabırsızlık hayra alâmet değil. Hemen köpürüyoruz. Yeşil yanar yanmaz; uçacaksın! Yoksa kornalar, el kol işaretleri, argo laflar... Ne var, ne oluyoruz Ne var gittiğin yerde

Bugün yarın öleceksin. Kul hakkı diye bir şey var. Her şeyi çiğneyip geçiyorsun. Kabalık bu. Cehalet. Arsızlık. Hadsizlik. Aslında hayatın dışına çıkmak bu. Yaşamayı unutmak...

Burası şehir; git köyüne o zaman! Dikleneceksen; israf etme öfkeni; zalimlere diklen; gücün yetiyorsa!

Bu basitlikler insanın kimliğini, ucuzluğunu ele veriyor, diyecekti Bilgin Abi.

Uzatmaları oynuyor dünya zaten. Oyun çoktan bitmiş de haberimiz yok belki!

Gelecekler; gelmiş, gitmiş. Biz kalmışız buralarda.

İyi geçinelim bizim gibi âcizlerle diye de mırıldanırken Selim Ali ile kulak kesildik.

Konuşması üstündeydi bugün Bilgin Abi'nin. Selim Ali de bir bu tarafa bir öbür tarafa kulak veriyordu. Yaşadığı günlerin haritası üzerinde iz sürüyordu.

Doğrusu ben de Bilgin Abi daha daha konuşsun istiyordum. O da bu durumun farkındaydı ki çayından bir yudum daha çekip köşesinden seslenmeye devam edecekti.

Anlıyorum Selim Ali, vicdanın yaralı, cüzdanın delik deşik... Servet denilen şeyi üç beş kişi aralarında pay etmiş. Hırsını ondan bundan çıkarma sen de, ha! Bana yan baktın, arabamı çizdin, önüme geçtin.... bunları geç!

Toplumun yukardan aşağıya sükûnete ihtiyacı var.

Espriye, nükteye, fıkraya, karikatüre, şiire, hikâyeye çok uzak düştük. Öğretmenler, idareciler arada fıkra anlatmalı., şiirler okumalı. Toplantılar asık suratlarla gerilmemeli. Bu kadar resmiyet çok fazla.

Eskiler fıkra falan anlatır; dostu düşmanı güldürürdü. Toplantı öncesi, suratlarını "salonlarda" gerdirip gelenler var, gibi. Kime kızıyorsun Hangi hakla Kimsin sen