Hayatın baş köşesi - Ân diyarı (16)

Bir türkü samimiyeti, serinliği, gevrekliği, gerçekliği, bereketi, kıvraklığı, titrekliği, hüznü, sevinci, rüzgârı niye yok okullarda, niye!

Maskeli bir hayata bizi kimler mecbur ediyor

Maskeli, riyakar, yalancı, yüzünden, iş olsun diye işler bir türlü bitmeyecek mi

Aşk olmayınca meşkçalışma olmaz atasözünden alacak dersimiz de yok demek!

Aşksız yani heyecansız bir dünyayı kendi ellerimizle inşa ettik, büyüttük, büyütüyoruz.

En olması gereken selâmlaşmayı bile beceremiyoruz. Masum bir şey olan hâl hatır sormayı, sorsak gereğince davranabilmeyi...

Düşman mıyız birbirimize; hayır!

Dost muyuz; hayır!

Dilimiz silinince, paslanıp küflenince; hayatın çekilmezliği yanı başımıza bağdaş kuruyordu.

Çocukluğumdan beri konuşulan kıyamete daha daha yaklaşır gibiydik.

Köylerin, şehirlerin önü arkası açılıyordu durmadan. Sırlar sıra sıra sırlanıp duruyordu.

Birinci ve İkinci Harbin açtığı yaralar sarılamadan yenileri açılıyordu.

Okuduklarım, duyduklarım çok şeyin nöbetini bitirip gittiğini söylüyordu..

Tarihin tekerrüre takati yoktu ama birileri eski muhal hâlleri, dilleri pazara sürmekten, vitrine koymaktan geri durmuyordu.

Hızla kıyamete koşan bir dünyanın şaşkınlarını oynuyorduk.

Cevapsız soruları sormak hoşuma gider. Daha yanisi cevabı belli soruları...

Meselâ... hızlı trenlere ve sairelere gerek var mı; bilmem!

Bu soruları çoğaltalım ki hayatımız hangi soruların cevabı... diye...

Ağzımızın tadı kaçmasın diyeki arayış, buluş ve rötuşların hepsi olmasa da çoğu bizi hırpalıyor, törpülüyor, öğütüyordu.