Büyük kaçış - Ân diyarı (50)

Her şey bu kadar değişebilir miydi

Bin yılda olmuşlar, olacaklar bir yıla bazen bir aya, haftaya hattâ güne düştü müydü

Hayaller bile bu kadar pörsümemiş, kirlenmemişti.

Sokakların o eski mahremiyeti nerdeydi

Caddelerin bu bitmeyen kalabalığı... nereye akıyor böyle

Gürültü, patırtı...

Büyük balıkların küçükleri yutuşu...

Çizgisi değişmeyen hayatlar...

Kâbusa evrilen rüyalar...

"Şaşkınlık Çağı "diyelim mi Bilgin Abi

Kör dövüşünden beter mi

Dün, bugün, yarınmazi, hâl, müstakbel... iç içe mi girdi; "karıştı" mı!

Şimdi; -hepten- geçmiş ve gelecek arasında ezilip kaldı mı; zamansızlık denilen bir zamana mı düştü-k!

Zaman ve mekânlar birbirine mi benzer! Benziyor mu hem de çok

Zamanın rengi siniyor eşyaya.

Cehaletin rengi, ümitlerimin ipini çekiyor.

"M"si gitmiş medeniyet; gürültünün, fakirliğin ve en çok da kapkara -kanayan yara- istibdatın rengiydi.

Hayatı çarpım tablosuna hapsetmiştik.

Fâniliklerin üstüne "ölümsüz" damgasını vurup vurup önümüze atıyorlardı.

Ölümü unutturmak için bu canhıraş gayretin sebebi nedir Selim Ali, düşündün mü hiç

Bunlar ab-ı hayat içmiş gibi çok rahatlar; baksana!