Bir şey bırak git! Ân diyarı (38)

Bir şeyler bırak git, diyordu Bilgin Abi ya da bırak git! Öyle ya bir izin, sözün, yüzün kalmasın mı bu âlemde!

Bazı kelimeler, cümleler, mısralar dilime düşer bazen ve hep onunla gezsem derim akşama kadar.

Bir beste veya...

Bir resme, fotoğrafa, hıyaban yola bakmak bir yağlıboya tabloda yolculuğa çıkmak...

Gökyüzüne dalıp gitmek meselâ... şiir değilse ne... Ya da uzayıp giden bir beste... Takılsana bulutların peşine... Çocukluğundaki gibi Ay Dede'yle beraber koşsana! Unuttun mu çocukluğunu

Bak daha nisandan yeni çıktık. Geçen gün orman içinden geçiyorduk. Geçmek için geçiyorduk. Bir yere gitmek değil. Yolculukta hedef bulunduğun yer ya; o işte!

Durduk. Salkım salkım akasya çiçeklerini okşadık. Konuştuk onlarla. Bir sevindiler ki...

Herkes geçip gidiyordu halbuki... Biz de acelemiz varmış gibi yapabilirdik. Yok; onlara benzemedik.

Adını sayamadığım ağaçların, çiçeklerde mekan tutmuş böceklerin misafiri olduk.

Hafif bir yağmur vardı. Ben "çiseleme" kelimesini adını aldığı "yağmuru" kadar severim. Çise... hafifliğe biçilmiş elbise...

Ormanın tefekküründe; tefekkür ormanındaydık. Etrafta, o görmek istemediğim şeddadî acûbeler yoktu.

Olmasındı ve dursundu her yerde o azgın inşaatlar. O gürültü, bu sessiz ve derinden hayatın katiliydi.

Yaşama sevincini kaybetmişlerin apartmanı, arabası olsa da... bir çiçekle, o çiçeğe tutunmuş -adını bilmediğimiz- böcekle konuşacak vakti, sabrı, kelimesi yoktu. Olsaydı zaten bunca sıkış tıkış şehirler olmazdı.

Bıkan ve bıktıranların dünyasından haberlere kan ve gözyaşı damlardı ve öyleydi de...

Son zamanlarını yaşayan bu yaşlı dünyaya; bu betonlu, asfaltlı; dağlarını, ovalarını, ormanlarını tarumar edici maden aramalı eziyet hayra alamet değil Selim Ali.

Bir çınar ağacını yok edip orayı cıvıltısız, gölgesiz, öksüz, yetim bırakanlar; sanma ki nefeslerinin farkındalar!

Ağacı kesmekle kendilerini, seni, beni nefessiz bıraktıklarını bilmeyen cahil ve zalim takımına laf anlatamazsın elbet. Ve ne yaptığını bilmeden ölüp gidecek çoğu. O kuşların ve ağaçların hıncı boğazlarına takılıp kalacak.

Varlıkla, çoklukla, biriktirip yiyemedikleriyle bir müddet övünecekler. Ama bilmeyecekler bir bir bardak çayın nasıl içildiğini, bir dilim ekmeğin kokusununun ne olduğunu.

Renk körü, beste sağırı ve gafletin dayanılmaz ağırlığı üstünde olanlar aman uzak oksun senden.

Yoka var rengi verip gelmemiş günlere yığınak yapanların; onların çok azını yiyip gittiklerini göreceksin.

Kabirlere git de bak! Doğum ölüm tarihlerine... Anlı şanlı isimler göreceksin; geeç! Hastanelerde etrafında dört dönülen para babalarının havasına bir baksana! Hapishaneler de ayrı bir hikâye...