"Gözleri bahar rengindeydi. Tedirgin bir dünya taşıyor gibiydi bakışları. Mart güneşi gibi ellerimden tutuyor; gidelim, buralardan gidelim, diyordu.
Nereye gidecektik! Her tarafta ayrılık her tarafta ölüm vardı.
Bir müddet sustular. Mevsimi dinlediler; birbirinden habersiz.
Dünyanın bir yere -işte bu oturdukları yere- sığıştığını, dünyanın küçüldüğünü; yok, yok; bu küçücük mekânın büyüdüğünü ikisi de gördü."
Bilgin Abi, şu benim bitmeyen tembelliğimden mi yoksa gerçekten okumanın, yazmanın zorluğundan mı kitaba, kaleme, deftere istediğim o arkadaşlıkta olamayışım
Mesela bir romana nasıl başlayabilirim denemesi diye bir çalışma yukarıdaki çalışma. Arkası gelmedi.
Erteye kalan; arkaya kalır, atasözü her ân yürürlükte demek. Onun için, başlanınca uçlanır, denmiş bir yandan.
Başlamaların o derin çekiciliği dalgalanarak devam ettiğinde işin bittiğini görmenin sevincini aynalarda seyretmek az şey mi!
Dikkatlerin parçalandığı bir çağda yaşamanın faturası gün gün ağırlaşıyor. İnsan kendisine kalsın istenmiyor. Aklını birileri, kalbini başkaları paylaşmak istiyor. Sen sana kalmadıktan sonra nerde kalacaksın ki!
İnsan dediğin kendi kendisiyle konuşabilmeli. Bu kolay değil elbet. Cesaret ister bir insanın kendisiyle aynada göz göze gelmesi. Kendisini imtihan etmesi, hesaba çekmesi. Hele bir baş başa kalsın insan kendisiyle; neler düşecek aynaların sırrına. Bir "sır" gibi yaşayanların sırlarını sıyırmadan dünyayı terk etmeleri insanlık adına kayıp demekti.
Selim Ali, pırıl pırıl günlerin, yıldızlı gecelerin notunu tutmalısın. Yoksa ömrünün sonunda kocaman bir boşluğun içinde kaybolduğunu ya da bir uçurumdan yuvarlanır gibi olduğunu göreceksin.