Dünya barışı için önce iç sulhu sağlamalı değil miyiz

İslâm ve insanlık âlemleri "savaş, çatışma, şiddet, sömürü" krizleri yaşıyor!

Bilhassa Filistin, Doğu Türkistan, Arakan ve dünyanın muhtelif yerlerinde bunu körükleyen "savaş, işgal ve şiddete" dayalı dış politikadır. Bu da, Deccalizm, vahşi kapitalizm, Kemalizmin kurguladığı kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı, bölücü "menfaat üzerine dönen canavar siyaset"tir:

"Perde altında hücum eden, ecnebî parmağıyla bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan âlem-i İslâmın teveccühünü ve muhabbetini ve uhuvvetini kırmak ve nefret verdirmek için siyaseti dinsizliğe âlet ederek perde altında küfr-ü mutlakı"1 yerleştirdiler.

Ümitvâr olalım ki, hem İslâm âlemi, hem de dünyadaki genel sulh, iman hakikatlerinin barış güneşiyle gelecektir. Zira, "Teslimiyet, emniyet, güven ve barış" anlamında olan İslâm kelimesi, "Selâm"2 esmasına dayanır. O, kullarını tehlikelerden sâlim kılan, mahlûkatına esenlik, selâmet, huzur ve barış verendir. İşte, "Şeriat-ı garra zemine nüzûl etti; ta ki, zeminin yüzünü temiz ve insanın yüzünü ak etsin, şu insaniyetten siyah lekesini izale etsin; hem de izale etti"3 ve emniyet ile barışı getirdi.

İslâm'ın ve dolayısıyla Müslümanın dış politikası da "adaletle barış, uhuvvet, tesanüddayanışma ve yardım" üzerine müessestir. Fert, âile, toplum ve insanlık âlemini kurtaracak şu prensiptir. Barışın yolu da adaletten geçtiği beyan edilir şu meâldeki âyette: "Ey iman edenler! Allah, insanlar arasında adâletle hükmetmenizi emreder."4

Bediüzzaman adalet ve barışı şöyle vecizeleştirir: "Aslâh tarik musalâhadır."5 Yani, en iyi, en uygun, en faydalı, en salih yol barıştır. Yalnız Müslümanlar arasında değil, sâir din mensupları ve etnik kökenliler arasında da barıştır. Ümitvarız ki, "sulh-u umumi (dünya barışı)" gelecektir. Ama, önce fert olarak duygusal, iç barışımızı, sonra âile, toplum ve İslâm âlemi olarak dış barışımızı sağlamalıyız. Şu hakikat olduğundan ümitsizliğe düşmeyiz asla!: