Hak, Arapça hukuk kelimesinin tekil hâlidir. "İslâmî kaynaklarda, insanların gereğini yerine getirmekle yükümlü oldukları haklar 'Allah'ın hakları' (huk?kullah) ve 'kulların hakları' (huk?k-ı ibâd, insan hakları) şeklinde başlıca iki kısma ayrılmış Huk?kullaha riayet "Allah'ın emrine saygı" (et-ta'zîm li-emrillâh), huk?k-ı ibâda riayet ise "Allah'ın yarattıklarına şefkateş-şefekatü alâ halkıllâh"1 demektir.
Kul hakkı, can, beden, ırz ile namus, mânevî şahsiyet ve yaşayış gibi mevzularda kişilik, mal ve aile fertleriyle ilgili haklar oluşturur. Ki, "İyiliği emret, kötülükten vaz geçir"2 emrince herkes kötülük ve haksızlık yapanlara karşı çıkmakla mükellef. "Sizden kim bir kötülük, haksızlık görürse, eliyle düzeltsin, buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse, kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir"3
Değil bir Müslüman, gayr-i müslim birisi bile haksızlığa uğradığı zaman, "İnsan, medeni-i bittab olduğundan ebnâ-yı cinsinin (aynı cinsten olanların) hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramaya mükellef"4 olması sırrınca hakkını aramak zorundayız! Ve unutmayalım ki, "Bir mâsumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez."5
"Seninle beraber dokuz mâsum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ birtek mâsum, dokuz câni olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz."6 Haksızlık yapanı durdurmaya çalışmaz ve haksız tarafa kalben bile haksıza "taraftar olur. Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik (ortak) olur."7