Aklı kullan, ilmi putlaştırma!
Akıl bir ölçme-değerlendirme cihazıdır. Ne var ki, her şeyi tartamaz, ölçemez. Akıl bir kova ise, meseleler ve sorular bir okyanustur.
Bahr-i muhit bir kovaya sığıştırılamaz! Kaldı ki, ölçü âletleri de değişkendir; neticeye tesir ettiğinden, tam bir itimada şayân değildir. Meselâ, suyun sıcaklığını ölçen termometreyi, su kabına daldırdığımızda gerçek sıcaklığı ölçmekten mahrûm kalırız. Zîrâ, termometrenin sıcaklığı da suyun sıcaklığına karışıyor.
İlim, eşyanın zâhirini, geçici görüntüsünü görür inceler; derûnuna nüfûz edemez. İlimle sebeplerin bittiği yerde devreye, "sezgi-kalb, hads, vicdân" gibi mânevî, rûhî "ölçekler" girer. Zaten yaratılış hikmetini ve mezkür soruların cevabını, bugüne kadar dinler dışında tatminkâr cevaplar veren başka bir bilgi kaynağı çıkmamıştır. Ferdî bir tercih olarak din, hayatı anlamlı ve yaşanabilir kılan temel değer kaynağıdır.1
Düz mantığımız bile kuru bir bilginin bütün problemleri çözmeye kifâyet etmeyeceğine işâret eder. Düşünme bilmenin verilerinden başlayarak onu sonsuz mümkünler anlamına yaymak demektir... Fakat, süje (algılayan, idrak eden) ve obje (algılanan idrak edilen) ikiliğini âlem vasıtası ile aşamayız. Çünkü böyle bir aşkınlığın asıl obje ve süjeyi kuşatıcı vasıfları olmak gerekir. Aşkın varlığa inanmadan (inanç) başka hiçbir yolla nüfûz edilemez. Gazalî'nin 'kalb gözü', Pascal'ın, 'kalb mantıkı', ve 'ince görüş', Bergson'un 'sezgi' dediği güçler inanmanın şeffaflaştırdığı, keskinleştirdiği yeni görüş yollarıdır.2
"Akıl bir âlettir. Eğer Cenâb-ı Hakk'a satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, öyle meş'um ve müz'ic ve muacciz bir âlet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinânesini ve gelecek zamanın ahvâl-ı muhavvifânesini senin bu bîçare başına yükletecek yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner..." (Sözler, s. 40) İlim, müşahede ve tecrübeye dayanır. "İnsan nereden geliyor, nereye gidiyor, dünyada niçin varız, ölümün mânâsı nedir" gibi suallerin cevabını aramak, mevcut ilim dallarının hiçbirinin sahasına girmez. Çünkü bunlar tecrübe ile anlaşılabilecek konular değildir. Bu suâllerin cevaplarını ancak İslâmiyet verir.3