Safahat İmha Ettiren Validen Safahat Okuyan Valiye

Akif, İstiklal Savaşı yıllarında inanılmaz ölçüde iyimser ve istiklalimizi kazanacağımızdan emindir.

"Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk'ın!

Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın!" der.

İstanbul, İngiliz ve Fransızlar tarafından işgal edilmiş. Antalya-Konya bölgesini İtalyanlar, Zonguldak bölgesini Fransızlar, Samsun havzasını İngilizler; Güneydoğu Anadolu bölgesini Fransızlar işgal etmişler. Ege bölgesi Yunanlılar tarafından işgal edilmiş, Yunanlılar Ankara'ya 60 km mesafedeki Polatlı'ya kadar gelmişler.

Ordumuz dağıtılmış, silahlarımıza el konmuş. Halk yokluk, yoksulluk içinde. Erkeklerin çoğu cephelere gitmiş, şehit olmuş, dönmemişler. Kolsuz, ayaksız, yaralı, sakat dönenler var.

Mehmet Akif, oğlu emini yanına almış, ailesini İstanbul'da bırakarak istiklal savaşı vermek için Anadolu'ya geçmiş. Kastamonu, Burdur, Balıkesir, Konya, Yozgat gibi illere gitmiş, halka niçin bağımsızlık savaşı vermemiz gerektiğini anlatıyor ve en önemlisi de bu savaşı kazanacağımızı anlatıyor.

"Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım!

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım!"

Mehmet Akif cephelere de gidiyor; Sakarya, Dumlupınar, Afyon cephelerinde Ali Fuat Cebesoy ile askerî birliklerimizi ziyaret ediyor; Mehmetçiğe milli mücadele heyecanı veriyor:

"Garb'ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var!

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar

Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!"

Senelerdir Çanakkale, Kars, Erzurum, Kutülamare, Irak, Suriye, Mısır cephelerinde savaşmış, birçok yenilgiler tatmış, çarşaf gibi Osmanlı Devleti'nden mendil kadar Anadolu toprağı kalmış olması Akif'i ümitsizliğe sevk etmiyor. O yenilgileri de Çanakkale zaferini, Kutülamare destanını, Erzurum'da Rusları yendiğimiz savaşı hatırlıyor ve hatırlatıyor ve haykırıyor:

"Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet!

Hakkıdır Hakk'a tapan milletimin istiklal!"

Çok acı bir mağlubiyetle biten Birinci Dünya Savaşından sonra milletimiz imanından aldığı güç ve cesaretle İstiklal Savaşına girişiyor ve savaştan zaferle çıkıyor.

Bağımsızlık kazanıldıktan sonra Akif, gazetesinin klişesini alıp İstanbul'a dönüyor. Gazetenin sahibi Eşref Edip Fergan ile birlikte Sebilürreşad'ı çıkarmaya devam ediyor.

Devrin hükümeti, Akif'in sahip olduğu medeniyet değerlerinden ve fikirlerinden hiç hoşlanmıyor. Batı taklitçileri CHP şemsiyesi altında iktidar oluyorlar, İstiklal Savaşı yıllarında uğruna savaştığımız din, iman, Kur'an, vatan gibi kutsallarımıza savaş açıyorlar. Bu kutsalları savunan Akif'i de hedef tahtasına oturtuyorlar.

Mehmet Akif bir sabah peşine polis takılıp takip edildiğini görüyor.

Sebilürreşat, "takrir-i sükun" kanunu ile kapatılıyor.

Gazetenin sahibi Eşref Edip Fergan önce İstanbul İstiklal Mahkemesinde yargılanıyor, beraat edince Diyarbakır İstiklal Mahkemesine sevk ediliyor, bir daha yargılanıyor. Eşref Edip ve muhalif gazeteciler; gazete çıkarmamak şartıyla mahkeme tarafından serbest bırakılıyorlar.

Mehmet Akif, uğruna bağımsızlık savaşı verdiği ülkesinde gazete çıkaramaz hâle geliyor.