Siyasette "kişi" mi "parti" mi

Ay sonunda bir kez daha sandık başına gidiyoruz

En kritik seçim İstanbul'da yapılacak. "Kim", "nasıl hizmet edecek" sorularının ötesinde, muhalefetin iktidara son meydan okuma noktalarından birisi İstanbul. İktidar ve Erdoğan tüm gücünü bu seçimlere veriyor. İstanbul seçimleri bu bakımdan anlam taşıyor her şeyden önce.

Seçimlerin ikinci anlamı, siyasi partilerin değil kişilerin yarışı haline dönüşmüş olmasında yatıyor.

Kurum'un seçilmesi halinde bu, onun değil, Erdoğan'ın başarısı olacak, cumhurbaşkanının çekim gücü sayesinde gerçekleşecek.

İmamoğlu'nun kazanması durumunda ise başarı CHP'nin olmayacak. Kişisel özellikleri kadar, muhalif partilerin siyasi zaaflarından ve Erdoğan'ı yenebilecek en kuvvetli figür olduğu inancından hareketle partisinin üzerinde oy oranına sahip İmamoğlu'nun olacak.

Bu ikinci ihtimal şüphe yok ki, İmamoğlu'nu dört yıl sonra yapılacak, anayasaya göre Erdoğan'ın katılamayacağı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kuvvetli adayı haline getirecek, bu bakımdan Türk siyasetinin geleceğiyle ilgili kimi ipuçlarını barındıracaktır. Ne var ki, bunlar birbirine bağlı bir siyasi ihtimaller zinciri

Bunlar dışında bir de, ihtimal olmanın ötesine geçen bir husus var. Bu husus, yukarıda söylediğim siyasette "kişi" meselesi olarak karşımıza çıkıyor. Daha doğru bir ifadeyle, "siyasi parti, siyasi gelenek" karşısında "şahıs, şahsa bağlı siyasi beklentinin, siyasette şahsa yatırım" eğilimin güçlenmesi hali olarak...

Bu eğilim iktidar cenahında olduğu kadar muhalif kesimde de, İmamoğlu üzerinden aldı başını gidiyor. Nitekim, mümkün olduğu takdirde, CHP adayının İstanbul seçimlerini kazanması siyasi parti ittifaklarının değil, kendiliğinden seçmen ittifaklarının, sandık başı tekil seçmen davranışının bir sonucu olacak.

Geçen yerel seçimleri hatırlayalım.

İmamoğlu, İYİ Parti'nin ve dolaylı olarak HDP'nin desteklediği CHP adayıydı. Seçimleri bu ittifakla ucu ucuna kazandı.

Bu kez arkasında bu destek yok. İYİ Parti kendi adayını çıkarmasının ötesinde, Akşener düzeyinde İmamoğlu'yla sürtüşüyor. DEM, kuvvetli sayılabilecek bir ismi, Meral Danış'ı aday gösterdi. DEM Parti'nin stratejisi, kendisini, Kürt hareketini öne alan, muhalefetle iş birliğini buna uygun şekilde ve daha mesafeli yapan bir nitelik kazandı. Bu koşullarda İmamoğlu'nun seçimleri kazanması DEM ve İYİ Parti seçmeninin bir kısmının, hatta önemli bir kısmının sandıkta kendi partilerinin adaylarına değil, iktidar karşısında kazanabilecek adayı, İmamoğlu'nu tercih etmesinden kaynaklanacak.

Siyasi partilere rağmen ve siyasi partiler ötesi bu durumun, kurumsal, yapılaşmış, katmanlı temsil yapıları karşısında söylemi siyasetini, kişisel özellikleri, siyasi gücünü öne çıkaran "şahıslaşma dalgası" olduğuna şüphe yok