Vurgun ile umut arasında
AK Parti'nin çeşitli evreleri oldu. Avrupa Birliği hattında demokratikleşme çabaları ilk evreyi oluşturdu. Sisteme hakim güçlerle ve iç rakipleriyle çatışma ikinci evreydi. Üçüncü evre Erdoğan'ın demokrasiyi risk gördüğü ve hat değiştirmeye başladığı, bu çerçevede partiye ve partinin devlete hakim olma dönemiydi. Son evre ise darbe girişimi, hendek isyanı gibi travma ve gerekçelerle yeniden yapılanmaya, otoriter bir yapılaşma, devlet merkezli bir iktidar bloğu ve siyaset oluşumuna işaret etti.
Mart 2025 ise hiç şüphesiz bir evrenin başlangıcıdır.
Esasen bu evre Ekim 2024'te CHP'nin yolsuzluklarla ve terörle özdeş kılmaya yönelik iktidar güdümündeki esasen yargı operasyonlarıyla başlamıştır. İstanbul'un CHP'li belediye başkanı ve Erdoğan'ın en büyük rakibi İmamoğlu'nun siyasetten devre dışı bırakılmak amacıyla tutuklanması yeni bir doruk noktasıdır. Bunlar, Türkiye'nin eksik demokratik düzeninde bile görülmemiş çapta otoriter hamlelerdir.
Olan, siyasi iktidarın yargı gücünü tekeline alarak, siyasi rakiplerini siyasi amaçlarla tasfiye etmesidir ve demokrasiden çıkışın ve otokratikleşmenin son kavşağıdır. Darbe ve bedel çok büyüktür: Büyükşehir dahil CHP'nin İstanbul'da 7 belediye başkanı görevden alındı. 4'ü hapiste. Keyfilik ve otoriterlik istikametinde iktidar çıta yükseltti, demokratik ar sınırını aştı, içte ve dışta tüm tepkilere rağmen istediğini yaptı. Ülkede yasallık fikri boğulmaya, hatta sandık fikri bile (en azından tasavvurlarda) tehlikeye girmeye başladı.
İstanbul belediyelerine yönelik yolsuzluk iddiaları, varsa bu istikametteki açıklar, bu hamle karşısında bir anlam taşımaz, bence tartışılması bile züldür.
Şu andaki asli mesele budur.
Ve soru Türkiye'nin istikametiyle ilgilidir.
"Bu hamleyi yaparken Erdoğan sokak tepkisi beklemiyordu, onun için bu işe girişti" deniyor.
Belki
Belki de tam tersi
Belki de Erdoğan dünya ve Türkiye koşullarına bakarak uygun olduğunu düşündüğü bir zamanlama yaptı. Denebilir ki, Avrupa Birliği Türk demokrasisinden çoktan vazgeçti. Türkiye'yi göçmen bekçiliği ve ordu gücü üzerinden değerlendiriyor Trump, malum, bu tür gelişmeler hiç umurunda değil, tersine güçlü ve dediği dedik adamlarla çalışmayı seviyor. Türkiye'nin global konumu ve iç siyaset bakımından gelişmeler iktidarın istediği yönde. Suriye'ye hakim, Kürtleri silah bırakmaya zorluyor, Avrupa'da masada, ekonomi kısmen toparlanıyor, ülkedeki yeni milliyetçi rüzgarlar, siyasetin devlet üzerinden algısı Erdoğan'ın arkasında önemli bir toplumsal destek üretiyor.
Demokrasiden çoktan vazgeçmiş olan Erdoğan refleks olarak ya da akıl yürüterek böyle bir öz güvenle hareket etmiş olabilir.
İstikamet meselesi ve sorusu da burada karşımıza çıkıyor.
Geri dönülebilir bir nokta mıyız
Yoksa dünya, bölge, ülkede yükselen otoriter denge ve değerler iklimi, Türkiye'nin bir süre, (en azından) bir dönem böyle bir rejimi sindireceğini, bu şekilde yönetilebileceğini, daha doğrusu devlet ve toplumsal çoğunluk arasında bir uyuşma halini mi söylüyor bize