Siyasi keyfiliğin kökenleri

Tarih zaman zaman adeta tekerrür eder. İki dünya savaşı arası dünya, özellikle Avrupa kabus yaşamıştı.

1929 ekonomik krizi liberal ekonomiyi tarumar etmiş liberal demokrasi ve değerler hızma zemin kaybetmiş, anti-demokratik bir rüzgar ve milliyetçi bir dalga ve onların tezahürü olan Nazizm, faşizm gibi rejimler ortalığı kasıp kavurmuştu. Takip eden 2. Dünya savaşı 80 milyon insanın ölümüne yol açtı.

Savaş sonrası, demokrasi yeni bir uyanış yaşadı. Anayasalar, iktidarları denetleyen hukuk doktrinleri, kurumlar, anayasa mahkemeleri, kuvvetler ayrılığı fikri, Avrupa Birliğini doğuran silahlanmanın denetlenmesi arayışları, faşizm ve zulüm ile yüzleşme çabaları zirve yaptı.

En genç kuşaklar hariç, bugün yaşayan nesiller bu çabaların içinde doğdular.

Bugün, genç kuşaklar ise, iki dünya savaşı arası kokusu veren bir geri dönüşle büyüyorlar.

Bu, kimi istisnalar dışında her yerde böyle

Kuzey Amerika'da, Latin Amerika'da, Batı ve Doğu Avrupa'da, Doğu'da, hemen her diyarda hissedilir popülist-milliyetçi-tekçi-otoriter bir dalga var. Dalga kimi yerde hükümran, kimi yerde havayı kirletiyor, kimi yerde yer altından sızıyor.

Aslında tüm bunlar, iki dünya savaşı arasında yaşandığı gibi, liberal demokrasinin, liberal değerlerin, liberal kurumların ve hatta liberal toplumun krizine işaret ediyor. Reaktif otoriter sızıntılar, bu krizlerin sonucu yaşanıyor.

Demokrasilerin geri gidişine tepkiler, dirençler oluşmuyor değil. Fransa'da birkaç önce Sarı Yelekliler hareketinde ya da başka yerlerde birkaç yıl önce başka yerel direnişlerde de gördük bunu; ya da bugün Filistin'e kamuoyunda verilen desteğin artmasında görüyoruz

Ama bunlar ne kurucu bir siyaset tohumu taşıyor ne de büyük resmi oluşturuyor.

Nitekim kuzeyimizde ve güneyimizde savaş var. Biz de savaşıyoruz. Ekim ayından bu yana, İsrail Gazze'de çocuk ve kadın 30.000 kişiyi öldürdü ve öldürmeye devam ediyor. Ortadoğu'da çok eksenli bir savaş-savaşlar yaşanıyor. Avrupa'da savaş yok ama, çatışma dili var, yükselen milliyetçilik var. Bu kıtanın iç ve dış çeperinde popülist-otoriter hareketler önde yürüyor.

Bu tür dalgalar kamuoyu veya toplum desteği olmadan yükselemez.

Seçimli otokrasiler, İslamo-fobi, yabancı ve mülteci sevmezlik, saf kültür talepleri bir tür toplum-siyaset bağına vurgu yapıyor. Bu bağda, bu ilişkinin merkezinde, güç, lider, hakim olma, millilik unsuru var. Bu tür toplum-siyaset ilişkileri doğal olarak seçimli otoriterliğe veya sandığın sırtladığı ayrımcı dalgalara endeksli olur.