Ülke siyasetinin yakın geleceğine ilişkin herkesin bir beklentisi, bir tahmini olduğu muhakkak. Bunlar, büyük ölçüde, ilk seçimlerde siyasi iktidar değişimi ile konsolidasyonu fikirleri arasında bölünüyor. Bu tahmin ve değerlendirmelerde temennilerin ve buna endeksli seçici algının önemli bir rol oynadığı açık.
PANORAMATR'nin aylık araştırmalarını karıştırırken Ekim nüshasında, bu değerlendirmelere değen, bir soru ve sonuca denk geldim. "En çok hangi siyasetçiyi beğeniyorsunuz" diye sormuşlardı araştırmacılar. En başta yüzde 25 ile "Beğendiğim kimse yok" cevabı gelmişti. İkinci sırada ise yüzde 20 ile diğer siyasetçilere oranla açık ara Erdoğan önde yer alıyordu. Onu yüzde 11'le Yavaş, yüzde 8 ile Demirtaş, yüzde 7'yle İmamoğlu, yüzde 6,9'la Özel takip ediyordu. Daha önceki aylarda aynı soru sorulmuş, oranlar değişmiş ama sıralama değişmemişti. "Hiçbiri" ya da "Fikrim yok" diyenleri, hep, yüzde 20-25 arası destekle Erdoğan takip etmiş, en yakın rakibine yarı yarıya fark atmıştı.
Bu oranlar elbet tek başına anlam taşımaz...
Ancak tümüyle de anlamsız sayılmaz. Açık: Memnuniyetsizlik büyük, ancak muhalefette arkasına düşülen bir siyasetçi yok. İmamoğlu'nun beğeni oranının 19 Mart sonrası muhtemelen siyasi engel nedeniyle 3-4 puan gerilediğini buna ekleyelim. Buna karşın Kürt çözümünde toplumda Öcalan görüşmesiyle birlikte milliyetçi mırıltıların yükselmesine, yargı-iktidar ilişkisinin muhaliflerin hayatını git gide zorlaştırmasına rağmen bu iki gelişmenin asli sorumlusu Cumhurbaşkanı Erdoğan, en hafif ifadeyle pek güç kaybetmiyor.
Türkiye son üç yılda Erdoğan üzerinden hukuk düzeninde keyfileşme, siyasi alanda otoriterleşme, iktidarda şahsileşme eğilimleri ve kuvvet temerküzü tartışmalarını yaşıyor. Buna karşın desteğini, gücünü koruyor.
Bu bir paradoks…
Bu paradoksal durumu açıklayacak esas soru sanırım şudur: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ülke serüveninde ifade ettiği nedir Onu Türkiye'nin siyasi serüveni içinde nereye oturtmak gerekir
Evet, serüvenin ve paradoksun bir tarafında otoriterleşme bulunuyor.
Peki diğer tarafı
Burada iki faktörden söz etmek gerekir.
Kim ne derse desin, Erdoğan, son 20 yılda ülkede gerçekleşen tarihî bir değişimin ve sosyolojik bir dönüşümün simgesi ve taşıyıcısı olmuş, modernist cumhuriyet modelini ters yüz etmiştir. Kurucu cumhuriyet modelinin dışladığı, kenarda tuttuğu kesimleri sistemin merkezine taşıyan; kurucu modelin ayrıcalıklı gruplarıyla muhafazakâr, dindar kesimler arasındaki dengeyi sosyolojik bir eşitlenme hamlesiyle kuran; sistemi ve aktörleri buna göre baştan aşağı yenileyen; en önemlisi bu eşitlenme hâlini bir kimlik politikasına dönüştürüp dış politikadan iç politikaya sonuç veren bir özgüven söylemi üretebilen bir siyasetten ve aktörden söz ediyoruz. Ortada muhafazakar sağ kesimin karizmatik liderlerini, liderle özdeş kılınan siyasi kabarma dalgalarını, Menderes'i, Demirel'i, Özal'ı, Erbakan'ı aşan bir durum var.

5