Türkiye'nin toplum yapısı serttir.
Yığma taş tekniğiyle yapılmış bir binayı andırır. Taşlar birbirine destek vererek binayı ayakta tutarlar. Ama, iç içe geçmezler.
Ortak öyküleri, duyguları, alanları, temasları elbet vardır. Ne var ki, her birinin ayrı bir toplumu andıran kültürel dokuları bulunur. Derin toplumsal ve kültürel akıntılar anlamında, varlıklarını farklı ve ayrı cemaatler halinde sürdürürler. Kah iktidar, kah siyaset, kah gelenek üzerinden kendi alanlarını ötekinin aleyhine, keyfi biçimde genişletmeye çalışırlar.
Bu iki farklı tasavvur bu yolla ve birlikte, siyasi ruhumuza yıllar yılı cemaatçi bir siyasi kültür zerk etmişlerdir. Kimlikçi algılar, keskin doğrular, bu nedenle biraz da kader gibi, siyaset anlayışımızın temelini oluşturur.
Çatışan, karşılıklı kimlikçi hamlelerle konuşan bu iki topluluk arasındaki ilişki kuvvet unsuruna dayalıdır. Denge, uzun yıllar, cumhuriyetin başından itibaren, bir topluluğun diğeri üzerinde kuvvet yoluyla değer, hukuk, hak, imkan kullanma açısından egemenlik kurmasına dayanmıştır.
Nitekim ülkenin yaşadığı büyük krizler, önemli ölçüde cemaatler arasındaki kuvvet dengesinin bozulmasından kaynaklanacaktır. (27 Mayıs, 28 Şubat) Keza, tüm demokratik zıplamalar da, (Menderes ve Özal dönemi) başta bu iki kesim olmak üzere farklı topluluklar arasındaki temasların artması, özgürlük alanının genişlemesiyle yaşanmıştır.
Fakat bu açıdan hiçbir sayfa, 1990'ların ikinci yarısında açılana benzemez. 90'ların başında Berlin duvarının yıkılmasıyla gelen değişim rüzgarları, yeni ekonomik dinamiklerle iç içe girerek Türkiye'yi de etkiledi. Bu on yılların ortasına doğru farklı toplulukların siyasi davranış biçimleri değişmeye başlamıştı.
İslami kesim merkez sağdan, Kürtler merkez soldan kopuyor, kimlik hareketleri dönemi açılıyordu. Kaldı ki, bu yeni zeminde Türkiye başka bir haraketlilik daha yaşıyordu. Ülkenin iki büyük kütlesinden biri olan, dindar-muhafazakar topluluk bir kabarma içindeydi, her açıdan sistemin merkezine doğru hareket ediyor ve yerleşik dengeleri sarsıyordu. Bu hareketlilikle sarsılan sadece kesimler arası dengeler değildi. İslami kesimde iç dengelerde de bir seyyaliyet vardı. Yeni politik ve ekonomik girdilerle muhafazakâr-dindar topluluk sınıfsal olarak da kımıldıyor, ekonomik ve kültürel unsurlar üst üste biniyor, İslami kesimde sisteme entegre olma, onu entegre olarak etkileme, bunu yaparken yerli ve evrensel değerleri iç içe sokma emareleri görülüyordu. Siyasi açıdan RP'ye yansıyan bu öykü, FP'deki yenilikçilerle biçim aldı, AK Parti'yle doruğa çıktı.