Yolun Sonu Göründü

Yaş kemale erince geriye baktığımda ya hu ben ne ara bu kadar yaşadım, sorusunu dönüp kendimize soramadan edemiyoruz.

Tüm yaşadıklarımız göz açıp kapanacak kadar kısa ve anlık oldu.

Çocukken hiç büyümeyecekmişim sandığım günler ne ara bitti

Sonra delikanlılık çağımızdaki cevherli günlerin hiç bitmeyecek gibi hayata kafa tutarcasına hay huyu ne ara şakaklarımıza kar yağdırdı

İş güç, evlilik, çoluk çocuk, hayat meşgalesi, geçim derdi derken dünyanın rengine kanıp ilelebet yaşayacağımızı sandığımız gafletli günler bir bir ömrümüzün baharını güze dönüştürdü.

Sık sık dönüp arkamıza ne ara bu yılları yaşadım, ne ara bu yaşa geldim, bu çocukları ne ara büyüttüm, sahi ben yaşadım mı gibi sonu gelmeyen sorular gelip hayatımızı gözden geçirmemizi sağlıyor.

Bir adım ötesi de hayatımıza küçük yaştan beri dokunan bizden büyüklerin ölümü hayatımızı ince eleyip sık dokumamızı sağlıyor.

Her yıl temmuz ayında doğduğum, büyüdüğüm, baba ocağına gider. Orada göğü, rüzgarı, ağacı, toprağı, dağı, taşı, her yıl yeniden yeşerip kuruyan nebatatı ve tabiata ait her varlığı temaşa ederim.

Bu yıl da köye geldim. Köyün yaşlıları köyün hafızasıdır. Yanlarına oturur çay sıcaklığında yaşadıklarını duvar diplerinde, ağaç gölgelerinde, taş evlerin serin odalarında masal dinler gibi dinleriz.

Köye geldiğim ilk günlerde bir asra yakın ömür süren ve köyün en renkli simalarından olan kapı komşumuzu kaybettik. Ölümü durup düşünme durağında komşuluk ilişkilerimizinde iyikilerini gözden geçirtti.

Kapılarımız, pencerelerimiz, duvarlarımız birbirine bir ömür boyu baktı. Acı, tatlı günlerimizde birlikte ağlayıp birlikte güldük. Misafirler evde dolup taşınca konuklarımızı odalarımızda ağırladık. Gönül hatır hatırası biriktirdik. Çocuklar gurbetten gelip gidince kendi çocukları gibi ağırlayıp vedalarda birlikte ağladık. Karın tipinin fırtınanın aman vermediği komşunun komşuya kardan kıştan rüzgardan yetişemediği günlerde bacasında duman tütüyor mu tütmüyor mu endişesiyle birbirimizin bacalarını gözetttik. Aksi bir durumda kazma küreklerle sıcak bir tas çorbayla birbirimizin imdadına koştuk. Hastalık anında elden bir şey gelmese dahi yarım elma gönül alma misali evde şifa olacak bir şey var mı deyip baş yastıklara hediyeler bıraktık. Erkeklerin; çobanlıkta, gurbette, yoksulluğun ve kimsesizliğin yakalarımıza yapıştığı zamanlarda kapı komşusundan bir adım öte gidip kendi evimiz gibi birbirimizin işine gücüne hayvanına tapanına tırpanına çapasına koştuk. Gurbette gelen kişinin evine aldığı hediyeden komşuda pişen bize de düşer misali birbirimizin payı hesaplandı. Zaman zaman sudan sebeplerle karşı karşıya gelmişsek de ya hu her gün yüz yüze bakıyoruz bari yüz göz hatırı deyip sinirleri yutkunup üç günü geçmeyen dargınlıklardan sonra yine akşam yemeğinde bir tas komşuya hesaplarıyla dargınlıkları buhar ettik. Kızın oğlanın düğünlerinde, güz hazırlıklarında kafa kafaya verdik. Akıl danışmaya gidip geldik. Eksik gedikler komşu hakkıyla tamamlandı. Aynı damlarda çocukların misket, aşık attığı. Seksek, çelik çomak, saklambaç oyunlarında çocukların ihtilaflarında kendi çocuğunu mağdur edip komşu çocuğunun gözetildiği bir komşuluk. Kapılar aşınır, bir gün birbirimize gidip gelinmese, birbirimizi evlerimizde görmesek başına bir iş mi geldi endişesinin gelip bizi bulduğu komşuluk. Komşunun derdini kendi derdimiz gibi düşünür, nasıl yardımcı olabilirim düşüncesine düşerdik. Yavrulayan ineğin taze sütünden şehirden getirilen kırmızı şekere kadar azına çoğuna bakılmadan paylaşırdık.

Anne baba yadigarı asırlık Fevzi amcayı kaybettik. Fevzi amca asırlık ömrünün 65 yaşına kadar tarla tırpan koyun kuzu inekle uğraşıp çobanlıkta hayat mücadelesi vererek geçirmişti. Askerlik dışında köyü, dağı, doğayı terk etmemişti. Dört yıllık askerlik hatırlarını bize anlata anlata bitiremezdi. Askerlikte kendisine öğretilen bilgileri bizim okumuşluğumuzu sorgulamak için bizi yakaladığı yerde sorardı. Askerde kendisine öğretilen ile bire bir olmayan hiçbir cevabımıza onay vermez, okumamızı gülümseyip kahkaha atarak küçümserdi!

Sonra yetmiş yıl boyunca aklında tutup noktası virgülüne kadar bize sorduğu soruları aksanıyla cevaplardı. Hatta bir adım ötesine gider gururla işini ne kadar önemsediği vurgusuyla askerlikte kendisine verilen silah numarasını dahi söylerdi.

Doğu Beyazıt'ta İran sınır kapısında yaptığı askerlik anılarından kaçakçılarla mücadelesini, çobanlık hatırlarını, köy anılarını, reçberlik ustalığını bir masal gibi ağzının içine bakmamızı sağlar gibi anlatırdı.