Muhit

Muhit dergisini neredeyse çıktığı ilk günden beri alıp okuyorum. Kasım ayında 71. sayısıyla evimizin kapsını çalıp okunma masasında yerini aldı.

Muhit dergisini bilmeyenler için birkaç kelam edeyim. Dergiyi "Şair" kimliğiyle tanıdığımız düz yazılarıyla da şiiri kadar okuruna eyvallah dedirten İbrahim Tenekeci Bey çıkarıyor. İbrahim Bey, dergi çıkarma konusunda epey deneyimli. Daha önce edebiyat merkezli birkaç dergi çıkardı.

Dergi çıkarma konusunda ince eleyip sık dokuyan bir şair. Çıkardığı dergilerde iki şeyi çok önemsediğini gördüm: Dergide iyi eserlerin yayımlanmasına özen göstermek ve gençlerin dergide eserlerine yer verip edebiyat-fikir dünyasına insan yetiştirmek. Yazma istidadı olanlara yazma konusunda yol rehberliği yapmayı önemsiyor.

Dergiyi bir fikir okulu, bir sanat atölyesi gibi görür. Popüler olmaya da prim vermeyecek kadar mütevazi bir kişiliğe sahip. Kendisine ön ayak olan zevatın da mektebi, adabı, erkanı öyleydi.

Muhit dergisi de bu minvalde Turkuaz yayın dünyası içinde çıkıyor. Ancak Muhit içerik ve üslupta tamamen İbrahim Tenekeci'nin bağımsız iradesine bağlı.

Muhit'in kasım sayısı şiir ağırlıklı (İbrahim Tenekeci Bey şair olması hasebiyle şiirin önceliğini her sayıda her daim koruyor) hikaye, düzyazı ve "Filistin bizim için ne ifade ediyor" dosyası ile çıkmış. Filistin dosyasının her yazısı insanın fikir dünyasıyla birlikte yüreğine dokunan yazılardan oluşuyor. Mehmet Dinç'in Kudüs bizim ciğerimizdir, yazısı insanın ruhundaki son sığınak olarak görüyor Kudüs'ü. Dönüp baktığımızda yaşananlara Gazze, tüm dünyanın durup dünyanın gidişatını insana sorgulattı. İnsanı hizaya çekti.

Muhit'in kasım sayısını okuyunca şunu gördüm ya da bu sayı bende öyle bir kanaat oluşturdu: Şiir; psikoloji, tasavvuf ile beslenip kök budak salmış, derinleşmiş, hayat bulmuş. Ya da psikoloji ( eskilerin tabiriyle ruhaniyet) ve tasavvuf şiirin kaynaklarını besleyip şiirin mana katmanlarını hem derinleştirmiş hem de şiirin yatağındaki pürüzleri yok etmiş. Şiirin hayat alanını zenginleştirmiş.

Kimileri buna felsefeyi de katıyor. Ancak Cumhuriyet tarihi dahil şiiri ideolojinin sloganı, değneği haline getirmek şiiri şiir olmaktan çıkarıyor. Malumunuz, resmi bayramlarda okunan şiirler (!) tören bitmeden ayaklar altında dolaşıyor.

Muhit'in ilk şiiri Ahmet Edip Başaran'ın "Hayata Çare Arayanlar İçin Ölüm Terapisi
"Yüzümde bir zaman örümceği / Doğmak için bir gün, ölmek için her gün… Başaran şiir mecrasını bulmuş, şiir kompozisyonunu da kuran bir şair. Her şiiri durup insana kendini okutturup düşündürüyor.

Dilara Ayşe Akdeniz'in "İncinmişler Kampı" şiiri varoluşluk sorunu yaşarken Sait Yavuz'un "Teşekkürler" şiiri kendi doğallığında kendini okutuyor. İbrahim Tenekeci'nin "Eylül Dağları" şiiri, şiirin yaklaşmaya çalıştığı halk şiiri tadını veriyor. Ve daha birçok şiir.

Bir dergide yayınlanan şiirleri topluca okuyunca Türk şiirinin "varoluşluk sıkıntısını" aşamadığını görüyorum. Türk şiiri; klasik ve halk siirimizin ırmağında yıkanıp çağın şiirinde yerini almayınca sadece varoluşçulukla kişisel batağında kirleniyor.. Kelime oyunları yapmak, varoluşçu söylemle kendini ve okuyucuyu yormak şiirin damarlarına kan kaybettiriyor. Dönen devranın çarklarında parçalanıp gidilecek.

Zeki Bulduk yüreğinin akıyla hikaye yazıyor. "Sessiz" hikayesiyle "ekmekleri bayatlamadan" emaneti sahibine ulaştırmış. Mustafa Uçurum "Korkunun yüzü" Mehmet Kahraman "Gençlik işte" hikayeleriyle derginin lirik sesini olay örgüleriyle çoğaltmış.