Arda, başı bir sac büküm makinesinde 16 dakika sıkışarak can verdi. Erol Can, üzerine devrilen sunta blokların altında kalarak; Umut Eren ve Alperen, çalıştırıldıkları inşaatların asansör boşluğuna düşerek öldüler. Bir elektrik panosunun tamirine koşulan Eren, panodaki kaçak yüzünden hayatından oldu! Murat Can bir inşaatın sekizinci katından, Ulaş ise bir arıtma havuzuna düşerek öldü. Ve Muhammed, bir marangoz atölyesinde makat bölgesine kompresörle yüksek basınçlı hava verildiği için yaşamıyor artık. Ve acı hikayelerini bile bilmediğimiz yüzlercesi daha!
Bu insanlar birer öğrenci! Her biri lise çağlarında 14, 15, 16, 17 yaşındalardı. Ve artık nefes almıyorlar, artık önlerinde yaşayacakları bir gençlikleri yok, artık gülümsemeleri yok, bir gelecekleri yok! Artık onlar yok!
Bir istatistik değil bu isimler, sistemik bir cinayetler zincirinin tek tek maktulleri! Her biri, karşıdevrimin en karanlık yüzünü gösteriyor bize: karşıdevrimci güçler, artık sadece hayatları yönetmekle kalmıyor, hangi hayatların korunacağına, hangilerinin "harcanabilir" olduğuna da karar veriyor. Ve bunu yoksul öğrenciler üzerinde "okurken gelir elde etme" söylemiyle yapıyor.
HAYAT PAZARINDA Ü YÜZ DOKSAN İKİ BİN SEKİZ YÜZ SEKSEN YEDİ ÖĞRENCİ!Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin 1 sayılı kararnamesinin 306. maddesinde görev ve yetkileri tanımlanan MESEM, kuşkusuz çok steril bir isim. "Mesleki Eğitim Merkezi"nin kısaltması. Ancak rakamlar, bu steril ismin ardında yatan karanlık gerçeği gözler önüne seriyor: 392 bin 887 öğrenci1. Yazıyla da yazalım: üç yüz doksan iki bin sekiz yüz seksen yedi öğrenci!
Lise çağında üç yüz doksan iki bin sekiz yüz seksen yedi genç beden, genç zihin haftanın dört gününü bir iş yerinde, bir gününü ise olması gereken yer olan okulda geçiriyor. Ve bugün, bu saatlerde oluyor bunlar. Sözgelimi sabah saatlerinde sizler bu yazıyı okurken üç yüz doksan iki bin sekiz yüz seksen yedi genç beden zorla çalıştırılıyor! Genç bedenleri tehlikeli işler için bir deney materyali olarak kullanılıp günde 12 saate varan mesailerle, koruyucu ekipmanları olmadan, çoklukla dinlenme alanı bile olmayan işyerlerinde öğrenme ve gelişme hakkından tamamen koparılmış halde "okurken gelir elde etmek" için çalışıyorlar. Birçoğu için okuldaki tek günleri bile genellikle yine işle ilgili geçiyor. Onlar için okul, gerçekte asla var olmayan, sadece adı anılan bir hayalete dönüşmüş durumda! Genç bedenlerinden gençlikleri, çocuklukları çalınmış olsa da sistem tarafından halen "öğrenci" diye bakılıyor onlara. Gerçekteyse emeklerinin karşılığını asla alamadıkları, sadece hayatta kalabilmek için amansız bir mücadeleye itilen "gözden çıkarılmışlar" onlar!
'YEDEK SANAYİ ORDUSU'Karl Marx, emek-gücüne harcanan toplam sermaye değişmediği sürece, "olgun emek-gücü" yerine "olgunlaşmamış emek-gücü"nü artırmanın, kapitalist sistem için yalnızca kullanışlı bir seçenek değil, aynı zamanda yapısal bir zorunluluk olduğunu da gösterir. Bu yüzden kapitalizm, asla "doğal nüfus artışının sağladığı kullanıma hazır emek-gücü miktarıyla" yetinmez; "bu doğal sınırın dışında yedek bir sanayi ordusunun da bulunmasını ister." (s.547-548)2
İşte Marx'ın Kapital'de 19. yüzyıl İngiltere'sinde tespit ettiği bu "yedek sanayi ordusu" dinamiği, 21. yüzyıl Türkiye'sinde MESEM üzerinden yeniden üretiliyor. Karşıdevrimci güçler, öğrencilerin genç bedenlerini vahşi kapitalizmin mızraklarına hedef haline getirip sözde kamu politikaları ve sözde eğitim sistemi aracılığıyla geleceğin işçi sınıfını henüz çocukken yapılandırıp sömürüyor! Ve "öğrenci" statüsü altında sosyal güvenlik primi ödenmeyen, aynı emek-gücünü sarf etmelerine rağmen hak edişlerinin 10'da 1'ine varan düzeyde maaşlarla çalıştırılan bu gençler, "olgunlaşmamış emek gücü"

4