1990'ların Muğla'sında, bazı lise öğrencileri arasında özel bir espri ritüeli yer etmişti. Üzerinde kafa yordukları bir sorundan, ister istemez "işte asıl mesele" dedikleri "ülkenin durumu"na geldikleri o kritik anda, içlerinden biri kaşını kaldırıp şu can alıcı soruyu sorardı: "Bu ülkeyi biz mi kurtaracağız" Ve bunun üzerine geri kalanlar yekpare bir sesle derhal haykırırdı: "Evet, biz kurtaracağız!"
Lise yıllarımda benim de zaman zaman içinde bulunduğum bu espri ritüelinin, ilerleyen her yaşımda bir espriden çok bir hakikate işaret ettiğini öğrendikçe öğrendiğim bir hayat yaşıyorum. Öyle ki, yaşamımın geçen her yılında eğitimli bir insanın, eğitimde başarılı bir insanın hem ülkesi hem içinde yaşadığı çağ hem de insanlık için ne denli önem taşıdığına ilişkin çok fazla şey öğrendim, öğrenmeye devam ediyorum.
2025: 2000'LERİN EN KARANLIK YILI!Birkaç gün sonra ilk çeyreğini geride bırakacağımız 21. yüzyılın en az 23 yılını büyük bir karanlık içinde geçirdik. Ancak görünen o ki, geleceğin tarihçileri bu yılların içindeki en karanlık yılı 2025 olarak anacak!
Son perdesi 30 yıl önce verilmiş bir diplomanın akademik hiçbir gerekçeye dayanmaksızın iptal edilmesiyle başlayan bu karanlık yıl, ardından saatler sonra ülkenin kalbi sayılan en büyük kentinin seçilmiş belediye başkanına vurulan kelepçeyle zirveye ulaştı. Ve aynı saatlerde akademisyenlerin sahip çıkamadığı üniversitesine sahip çıkan gençlerin sokaklarda yankılanan itiraz sesleri, gözaltı ve tutuklamalarla sindirilmeye çalışıldı. Ancak gençler sinmedi, anayasal bir hakkın en barışçıl tezahürü olan protesto haklarını kararlılıkla kullanmaya devam ettiler. Tüm bu gelişmeler esnasında, kurucu partinin yeni yönetimi, ülkenin gerçek aydınları tarafından yıllarca ve defalarca dile getirilmesine rağmen ancak bu noktada kavrayabildiği karşıdevrim tehdidine karşı gençlere ve protestolara sahip çıkıp "miting olmayan mitingler" yapmaya başladı.
Sonra bitmek bilmeyen gözaltılar, tutuklamalar ve kayyımlarla geçen günlerin içine atıldık. Bir yıl içinde o kadar fazla sansasyonel durum yaşadık ki, yılın sonuna geldiğimiz bu günlerde bile halen ülkemizin üzerinde gezinen yabancı İHA'larla konuk bir genelkurmay başkanının hayatına mal olan bir jet uçağının düşmesine tanık olabiliyoruz. Anlaşılan o ki, karanlık oyunlar oynayanlar, oynadıkları oyun üzerine bir an durup kafa yormamızı engellemek için şok üzerine şok yaşatmayı bir strateji olarak belirlemiş durumdalar.
Ancak bu stratejinin bu çağda amaçladığı hedefe ulaşması pek de mümkün görünmüyor, çünkü her şey ulu orta yaşanıyor ve akıl sahibi her insan gibi biz de ne olup bittiğini gayet iyi anlıyoruz: elbette ayrıntılarda neler yaşandığını, neyin niçin yapıldığına ilişkin verilere sahip değiliz; ancak büyük resim apaçık bir şekilde ortada duruyor: cumhuriyetimiz, Türkiye Cumhuriyeti yıkılmaya çalışılıyor! Hem de bütün kirli ellerin elbirliğiyle!
Bakınız, kurucu partiye el konulmaya çalışıldığını gördüğümüzde, sadece adaletin sığınağı olması gereken mahkemelerin korkunun kalesi haline dönüştüğünü anlamakla kalmadık, kurucu partinin eski genel başkanının bile bu karanlık oyunun bir parçası olabileceğine tanık olduk! Dahası bunca karmaşanın ortasında, ülkenin en milliyetçi partisi olarak gösterilen bir partinin genel başkanı tarafından terörist başına yapılan çağrıyı duyduk. Ve gün be gün demokrasinin kolu, bacağı kırılmıyormuş gibi adına "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu" denen bir komisyonun var edilişini izledik. Bir grup teröristin birkaç silah yakmasını, Şeyh Sait'i övenlerin demokrasi ve kardeşlik nutuklarını, "terörist başı" demek yerine "kurucu önder" denilmeye başlanmasını işittikçe işittik.
Ve daha başka başka operasyonlar, gözaltılar, tutuklamalar, mahkemeler, el koymalar...
Ve tüm bunları ancak bir süre sonra bir kriz değil de bilinçli bir tercih olarak yaşatılan ekonomik darboğazlar içinde kıvranırken ve yanı başımızda işgaller ve savaşlar sürerken, dünyada emperyalizm hiç olmadığı kadar cüretini artırırken tam bir güvensizlik duygusu içinde nefes alamaz haldeyken yaşadık, yaşıyoruz!
HESABA KATILMAYANLARIN HESABI!İşte şimdi, hapsedilmiş seçimler, peşkeş çekilmiş ekonomi, linç edilmiş hukuk ve anayasa ile bombalanmış demokrasi kurumlarının enkazı altında böyle bir 2025'i geride bırakmak üzereyken ezilmiş bir toplumsal sözleşmeyle 2026'ya giriyoruz. Ve böyle bir anda ülkenin en önemli aydınlarından biri şu sözleri söylüyor bize:
"Dilerim tarih, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran partinin, onun yıkılışına da destek verdiğini yazmaz!"
Kuşkusuz yaşadığımız bu süreç, tarihin sayfalarına devrimci bir ülkenin devrimin ilke ve değerlerine karşı giriştiği en ağır ve en karanlık tasfiye hareketi olarak yazılacak!

16