Adalet Bakanına arz

Son zamanlarda daha sık işitir olduk. Özellikle iş ve aile mahkemelerinin yükü gün geçtikçe daha da ağırlaşıyor. Bu makalemde sayın bakana iş mahkemeleri ile ilgili bir arzım olacak.

Hak, hukuk ve adalet arayışı böyle giderse her geçen gün biraz daha zorlaşacağa benziyor.

Arabuluculuk müessesesinden beklenen yük azaltıcı destek beklentileri yeterince karşılamayınca iş mahkemelerindeki dosya sayısı zirveden zirveye koşmaya tam gaz devam ediyor.

Bu yığılmanın ana sebebi çalışanlar lehine taraflı hareket eden iş mahkemeleri ve daha doğrusu bu mahkemelerin kararları üzerinde denetleme-BOZMA yolu ile etkili olan Yargıtay ve BAM (Bölge Adliye Mahkemeleri)'dir. Mahkemelerin bu yanlı uygulamalarından cesaret bulan vatandaşlar ve bu durumu fırsata çeviren bir kısım avukatlar sayesinde işçi ve işveren arasında çözülmesi mümkün olan her konu iş mahkemelerinde dava konusu oluyor.

Bir yanda şu ya da bu şekilde bir anlaşmazlık ve uyumsuzluk nedeniyle işten çıkarılanlara tanınan ve mahkeme kararı ile cebren işe iade davaları, diğer yanda işten çıkan neredeyse her işçinin zorunlu imiş gibi açtığı işçilik alacaklarına dayalı iş davaları..

Çeşitli sebeplerle iş akdi sonlanan ya da kendi iş akdini sonlandıran bir çalışan soluğu doğrudan iş mahkemelerinde alıyor.

Durumdan vazife çıkaran bir kısım avukatlarımız da iş mahkemelerinin bu "işçiden yana taraflı" tutumunu fırsata çevirerek işverenden ne kopartırsam kâr mantığı ile dava açarken akla hayale gelmeyecek davacı lehine ne varsa hakmış gibi dava dilekçesine ilave ediyor. Böylece işçinin aklından bile geçmeyen ve hakkı olmayan bir kısım talepler de "nasıl olsa kazanacağız; kavgada yumruk sayılmaz" mantığı ile dava dilekçesine ve talepler zincirine ekleniyor.

İş mahkemesindeki davalarda işçi cenahından ve avukatından gelen sözel iddialar yazılı-imzalı belgelerin aksine bile olsa, ciddi bir süzgeçten geçirilmeden kabul görürken işverenin sözel beyanlarının hiçbir değeri yok.

Her bir beyanın ispatı için belge isteniyor. İşçiden alınan imzalar, ibranameler, ödeme makbuzları vs. belgeler çoğu kere işveren lehine delil kabul edilmiyor. İşçiler sanki temyiz kudretine sahip olmayan ve imzaları muteber olmayan iradeleri sakatlanmış kişiler ve mahkemeler onların vasisi. İşverenler peşin, kusurlu ve borçlu, işçiler ise her zaman haklı ve her konuda alacaklı olarak kabul görüyor. Yargının bu haksız ve taraflı tutumu nedeniyle iş mahkemelerinin yükü taşınmaz hale gelmiş durumda.

Çağdaş bir devlette ve hukukta "yasalar önünde eşitlik ilkeleri" geçerli olmalıdır. Komünist ideolojideki gibi olay "işveren-işçi sınıfı çatışması ve ezilen işçi" bağlamında görülmemeli işverenler de mahkemeler önünde işçiler kadar değerli ve eşit kabul edilmelidir.

Kısa bir örnekle demek istediğimi daha iyi izah edebilirim.

Bir müessesede yıllardır çalışmış ve herhangi bir beyanda bulunmadan işten ayrılmış bir çalışan çalıştığı tüm yıllar için hiç izin kullanmadığını, hatta bayramlarda bile çalıştığını ve hatta ek mesailere kaldığını beyan ettiğinde mahkeme veya mahkemenin tayin ettiği bilirkişi bu beyan üzerinden tazminat hesabı yapıyor.

Davalı duruma düşürülen işverenin tüm bu ithamlara karşı beyan ettiği herhangi bir açıklama için mahkeme kanıtını göster diyerek çifte standart bir duruma düşüyor. İşçinin tanıklarının her dediği muteber kabul edilirken işverenin tanıkları adeta dikkate alınmıyor.. Basit bir sorgulama ile 10-15 yıl ve her yıl 12 ay 365 gün izin kullanmadan çalıştığını iddia eden davacıya kanıtın nedir böyle insanüstü bir performansı neye borçlusun diye bir soru dahi sormadan ve hayatın olağan akışına aykırı bu uçuk iddialar sorgulanmadan davaya devam edilmesi tam bir çifte standart.