Kemal Tahir, Yaşar Kemal'in İnce Memed'ine antitez olarak yazdığı Rahmet Yolları Kesti romanında ele alacağım konuya ilişkin bir sahne tasvir eder. Önce o sahneyi anlatayım. Eserde Çorum civarındaki bir kasaba ve köyde geçen olaylara göre Uzun İskender ve Maraz Ali, eşkıyaların kahramanlığına (!) özenip Kasım Dede'nin evini soyarlar. Ama olayın hemen sonrasında köylüler ve jandarmalar bu iki sefili yakalar ve bir güzel döverler; "Heriflerde üst baş parça parça" olmuştur, köydeki sorgu sırasında iyice hırpalandıkları için dizlerinde derman kalmamış, suratları sarı-yeşil, derileri iyice çekilip kemiklerine sarılmıştır. Uzun İskender, ceketi tekmil parçalandığından çaput bağlanmış yatır ağacına dönmüş, yanındaki Maraz Ali adamlıktan çıkmış, sıkı bir dayak yediği için tabanlarına basamayıp hoplaya zıplaya bir hoş yürümekte, yürümek ne, sarı yılan gibi sürünmektedir
İşin gerçeği bu! Ama halk uydurmayı, uyduranı, kanmayı sever! Masallara bayılır! Zihninde bir kahramanlık destanı canlandırır, anlatan da dinleyen de bundan garip bir haz duyar, özlemlerine, öfkelerine, arzularına karşılık geliyor tabii
Bu yanda gerçek böyleyken, öte yanda kasabanın kahvesinde bir masa kurulmuş, ortada bir masalcı, destancı Köse Hacı, ağzı baldan tatlı, uydurma yeteneği büyük, ballandıra ballandıra anlatır Uzun İskender'le Maraz Ali'nin kahramanlıklarını. Hacı'nın anlattığına göre, Uzun İskender peşine on beş atlı katmış, çapraz armalarda beş yüzer fişek, Çerkes kamaları, Alaman bombaları, tabancalar, mavzerlerle köyler basmış, zenginlerden almış, yoksullara dağıtmış, sonra da "Bundan böyle bu topraklarda benim zagonum yürüyecek. Çizgiden çıkanı tespih tanesi gibi asarım." diye racon kesmiş, onları yolda bir müfreze sarmış, eşkıyalar bana mısın dememiş, onca jandarmayı yarıp geçmiştir. Destan bu ya, hikâye böyle devam edip gider, anlatan mest, dinleyenler daha bir mest.
Kemal Tahir'in amacı ironi; ama ben burada onu konu edinmeyeceğim, insanın -anlatanın da dinleyenin de- uydurma hazzından söz edeceğim. Evet, anlatıcı için de dinleyici için de 'kurguuydurma' bir hazdır. Aslında her ikisi de anlatılanın uydurma olduğunu bilir; ama garip bir biçimde -geçici de olsa- kanmak ve kandırmak ister. Sanat, bu açıdan bakılınca ustaca bir kandırma, inandırmadır denebilir. Buna en iyi örneği Andre Gide, Oscar Wilde'ı anlattığı bir yazısında veriyor.
Wilde'a göre iki dünya vardır: Biri söz edelim etmeyelim gerçekten var olan dünya; tıpkı Kemal Tahir'in romanındaki kasaba kahvesinin ötesinde vuku bulan 'gerçek olaylar' gibi. Bir de gerçekte var olmayan ancak kendisinden söz edildiğinde var olabilecek dünya O da Köse Hacı'nın uydurdukları.