Turgut Uyar'da masumiyet arayışı

Turgut Uyar'ın şiiri, temelde iki zıt kutup üzerine kurulmuştur. Daha ilk kitapları "Arz-ı Hal" ile "Türkiyem"de bu zıtlık kendini hissettirir. Enver Ercan da bunu görmüş olmalı ki, şairle yaptığı bir söyleşide "İlk iki kitabınız, daha sonraki şiirlerinizden teknik ve temalar yönünden çok ayrı gibi görünmekle beraber şiir serüveninizin ip uçlarını da barındırıyor" der. Gerçekten de öyledir. Söz konusu iki kitaptaki şiirlerde Anadolu'da doğayla baş başa, mutlu, huzurlu, "Elâ gözlü" sevdiğine şiirler yazan âşık bir özne vardır Bu ruh hâline paralel olarak, huzur verici bir dünya tasvir eder şair; yani o mutlu, huzurlu özneye, berrak, sükûnet veren bir dünya, doğa eşlik eder. Veya o özne, huzurlu, temiz bir dünya içindedir. Nitekim "Arz-ı Hâl"in ilk şiiri "Yâd"daki şu mısralarda bu ruh hâli âdeta özetlenir:

"Güzel günlerim vardı yağmurlarla ıslanan,
Ve güzel gecelerim masallarla dopdolu.
Her şey, her şey güzeldi, gözyaşı, dünya zaman,
Böğürtlen topladığım ıssız, tozlu köy yolu,
Güzel günlerim vardı yağmurlarla ıslanan" (Büyük Saat, YKY, 2002, s. 15)

Ama ya sonra.. 1954'te Ankara'ya taşındıktan sonra ne olmuştur da Turgut Uyar'ın şiiri "Dünyanın En Güzel Arabistanı"nda (1959) hem özne hem tasvir ettiği dünya olarak ilkinin tam zıttı bir hâl almıştır.

Söylediklerimi birkaç örnekle açıklayayım. Uyar'ın ilk şiirlerinde tasvir ettiği dünya, "İyi kalpli, anlayışlı, gösterişsiz Fakir köyleriyle" "Heybetli Arsiyan dağlarının" eteklerindeki Banarhev köyüyle, Kantar Köprüsü, bozbulanık dereleri, alabalıkları, ıhlamur kokularıyla insanı teskin eden, huzurlu, temiz bir dünyadır. Özne de öyle; Anadolu'nun ücra bir köşesinde Banarhev köyünde muhtarın odasında, "Yaşamak ne kadar çekilmez gelse de ara sıra" insan olduğuna öyle sevinir, öyle sevinir ki!.. "Bu yaşamak bir şiir; harikulâde" diyerek hayata büyük bir sevgiyle sarılır, "Öyle bir tad var ki fakirliğimizde Başka hiçbir şeyde bulamam" der. O dünyanın fakirliğinde bile tat bulur.

Ama sonra birden dünya kirleniverir, kirlenmeyle beraber özneyi de bir sıkıntı, hatta bir kirlenmişlik duygusu sarar. Bunda şairin 1954'te Anadolu'dan Ankara'ya, büyük kente gelmesinin de payı olduğu kanaatindeyim. Çünkü bundan sonra şiirinin coğrafyası da değişir, taşra, köy, kasaba ve doğa yerini "namussuz, yorgun, alaycı, düzenbaz kalabalıkları", vitrinleri, neonları, terli akşamları, borçları, bonoları, senetleri, buzdolapları, itlikleri, kancıklıkları, "sahanda yumurtaları", kankentleri, "ışıksız şehir"leriyle kirli bir dünyaya bırakır. Bu, özneyi de bunaltır ve kirletir. "Büyük Ev Abluka"da şiirinde bu modern kent kirlenmesinin doğurduğu sıkıntıyı o özne şöyle dile getirir: