'La Haine', düşerken değil çarpınca idrak edilir

XX. yüzyıl bir göçler çağı. Savaşlar, iç çatışmalar, ekonomik krizler, baskılar, âfetler sebebiyle insanlar yurtlarını terk edip başka ülkelere göç etmek zorunda kalıyorlar. Ama göçmenlik zor; çünkü bir kopuş, bir gurbet! Bir yabancı, en önemlisi de ötekidir göçmen.İnsan, bir kültürün içine doğar, süreç içinde bir toprağa ruhen ve fiziken kök salar. Böylece bir coğrafyaya; bir kültüre bağlanır, biz dairesinde kendini güvende ve rahat hisseder. Ya göçmen Artık kök saldığı toprakta dilini, duasını, türküsünü işittiği kültür yurdunda değildir. Tam da burada Kavafis'in "Aynı Kentte" adlı şiirindeki;"Dedin, 'Bir başka ülkeye, bir başka denize gideceğimBundan daha iyi bir başka kent bulunur elbet.Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın.Bu kent peşini bırakmayacak."dizelerini hatırladım. Göçmen de böyle değil mi Kurtuluş umuduyla bir başka toprağa gider. Ama o toprak serttir, 'başka'; der ki göçmene, kök salıp karışmak istiyorsan bana, kendini unut, tâbi ol!.. Bu, Bauman'ın deyişiyle cemaatleştirme, kimlik dayatmadır. Ama "Yeni ülkeler, başka denizler bulamayacak Doğduğu kent -kültür- peşini bırakmayacak"tır. İki kültür arasında sıkışır; kaygılı ve öfkelidir, ona hiç bilmediği kültürü, yasaları dayatan biz'e tepki gösterir, nefret biriktirmeye başlar: Kıyılarda, gettolarda, banliyölerde toplanır, kendini egemen biz'e karşı korumaya alır, gerekirse çatışır, yakar, yağmalar, kural tanımaz Çünkü dışlanmıştır, kök salamıyor, kabul görmüyor, bir yere ait olamıyordur. Köksüzlük, sosyolojik ve psikolojik olarak derin bir yara!.. Hani Yahya Kemal'in "Koca Mustâpaşa" şiirindeki; "Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük" dizeleri var ya!.. Öyle işte! Öfkenin ve nefretin arkasında bu köksüzlük varYönetmen Mathieu Kassovitz'in 1995 yapımı "La Haine" -nefret demek- adlı filmi tam da bu yaraya parmak basar. Fransa'daki biz'le -egemen kültürü koruyan polisle simgelenmiştir- ötekiler, göçmenler arasındaki çatışmayı konu edinen film, banliyöde oturan üç göçmen gencin sabah saat 10.38'den ertesi sabah 06.01'e kadar yaşadığı olaylardan oluşuyor. Yönetmen, bu kısa zaman dilimine hem gettodaki göçmenlerin hayatını; yoksulluğu, yasadışı işleri -örneğin uyuşturucu kullanımı ve satışı- hem göçmen gençlerde biriken nefreti, yer yer saldırganlaşan öfkeyi, hem de egemen kültürün onları dışlayan, bir tehdit olarak gören bakışını -örneğin bir tv spikerinin tavrını, polisin saldırganlığını- sığdırabilmiş.