Kan kentleri...

Ölüm o kadar yayıldı ki, o kadar ağır ki Havada, toprakta, suda, ateşte, sanki her yanda. Bir fırtına gibi, pencerenin kenarlarından, kapının altındaki boşluktan üflüyor, sürekli inleyen çocuğunu kaybetmiş bir anne gibi kendini daima hatırlatıyor. Rüzgâr eser de bir inilti sesi çıkar ya! Soğuk ve esrarengiz bir ses, karanlıkta uğursuz bir haberi tekrar eder durur, kasveti bir nakarat! Öyle. Ruhum, toz, duman içinde, enkaz altında. Dışarıda, içerde, sokakta, baktığım yerde, zihnimde kasvetli bir hava dönüp dolaşıyor.Kara bir duman peşimi bırakmıyor, etrafımda dans ediyor, kıvrılıyor, sarılıyor. Onca acı haber içinde bir uğultu, sosyal medya, politikacılar, gazeteciler, televizyonda bürokratların ve politikacıların soğuk ve ruhsuz yüzleri Aklıma Ece Ayhan'ın bir mısraı geliyor: "Ölüm artık ayakta karşılanmıyor, karşılanmaz!".Gerçekten öyleydi. Geçmişte bir tabut geçerken, kahvede oturanlar ayağa kalkardı, arabalar dururdu, insanlar tabuta omuz vermek için koşarlardı. İsmet Özel de aynı şeyi söyler: "Ölüm gelir, ölüm duygusuna karşı saygısız"Üniversitede bir arkadaşımı son yolculuğuna uğurladık bugün, Ali Abbas Çınar'ı. Gülüşü ay gibi yüzünü parlatırdı. Gözlerinde daima aşk ve hüzün. Söndü. Ölümün gölgesi yüzüne düştü. Ölüm meleği kucağına alıp onu da götürdü.Ölüm, bugünlerde her yanda. Önce pandemi, sonra deprem, kefenler, mezarlarUzakta ölen, nedense bizi fazla etkilemiyor. Abdülhak Şinasi Hisar da "Fahim ve Biz"de öyle yazmış; "Bir yıldız sönünce ondan uzaktakiler bir şey duymaz" diyor. Uzakta, bir başka ülkede tanımadıklarımızın ölümü, bir yıldızın sönmesine benzer. Kendi ölümümüz dünyanın en önemli olayıdır da uzakta ölenler için derin bir yas tutamayız, üzülürüz ama çabuk geçer. Böyledir, hepimiz ancak çevremizdeki birkaç kişiye kin, muhabbet ya da aşk duyarız. Hayat çevremizde döner. Ölüm de bize kendini, en yakınımızdakini alarak hatırlatır.Aslında bu manada her ölüm, bize kendi ölümümüzü, faniliğimizi ihtar eder. Başkasının ölümüne yas tutarken, içimizden kendi ölümümüze ağlarız; o mutlak son karşısında çaresizlik elimizi kolumuzu bağlar, tabuttaki aynı zamanda bizizdir. Yanı başımızdaki her ölümde acı gerçek yüzünü gösterir, susarız, arkamızda kalacaklara, eşimize, çocuklarımıza acırız. Necatigil'in "Dönme Dolap" şiirindeki gibi hayat bir dönme dolaba benziyor: "Geldik, yer açtılar oturduk". Sonra ekmek vardı, su vardı, gülüşler, öpüşler Bir lunapark,