Gabriel Garcia Marquez'in karanlık ülkesi

Koşuşturmaca içinde geçen bir bayramdı. Uğultulu, gergin, teyakkuz hâlinde, yorucu... Bayramı hissedemedik genelde. Bahar geliyordu oysa, bademler, erikler açıyordu. Ama huzura açılmadı pencereler, bir endişe ve öfkeli bekleyişle bayram da terk edip gitti bizi.

Bilinçli bir seçim değildi ama bu bıktırıcı hatta absürt günlerde, benim de nasibime Gabriel Garcia Marquez'in "Şer Saati" (Çev. Seçkin Selvi, Can Yay., 2019) romanını okumak düştü. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak gibi bir şey!.. Kasvetten, endişeden, sonu gelmez nafile ve faydasız tartışmalardan kitaplara kaçayım derken "Şer Saati"nde 'karanlık hatta kirli, yoksulluğun, yolsuzluğun, baskının, keyfî idarenin, şiddetin ve korkunun karabasan gibi çöktüğü bir kasaba'ya düşüvermiştim.

Bence Marquez'in romanlarının en bariz niteliği, başkahramanın daima Latin Amerika olmasıdır. "Şer Saati" de öyledir; sürekli yağan yağmurları, sele kapılan evleri, bunaltıcı sıcağı, ağır ve ılık akan nehirleri, evden eve dolaşıp duran, hiç bitmeyen dedikoduları, beli silahlı, yasa tanımayan idarecileri, o hengâmede kendi yerini korumaya çalışan Katolik kilisesi, kirli ilişkileri, yolsuzlukları, yoksullukları, gerillaları, kanlı hesaplaşmalarıyla bir kasabadır -aslında bir Latin Amerika ülkesi, muhtemelen Kolombiya'dır- ana kahraman. Tekinsiz bir mekân, esenliksiz bir ülke!.. Ama onca kirlenmişliğe, yoksulluğa, diktaya ve şiddete rağmen Latin Amerika'lılara özgü bir ironik dilden ve mizahtan da geri durmaz Marquez. Ustaca mıdır, çok sert midir Hayır! Ama onca şiddete, baskıya rağmen kasaba halkı, siyasal iktidarı, dikta rejimi temsil eden Belediye Başkanı'nı arada bir iğneleyiverir. Bu siyasal ironi, esere kendine özgü bir 'yumuşak'lık katmıştır.

Buraya değin yazdıklarımdan da anlaşılacağı üzere politik bir romandır "Şer Saati". Ama bu tür Türk romanları gibi açık, sert bir politik söylem içermez. Öykü, ezen-ezilen çatışması ya da adaletsiz toplumsal düzene karşı çıkan 'âsi bir kahraman'ın destansı mücadelesi üzerine kurulmaz.

Marquez'in dili örtüktür, olayların geçtiği kasabanın neresi olduğu, kişiler, yöneticiler, halk hatta zaman belirsizdir. Ama bu muğlaklığa rağmen coğrafyası, iklimi, insanları ve kültürüyle buranın bir Latin Amerika ülkesi olduğunu hemen anlar okur. Belediye Başkanı, belinde silahı, keyfî, hukuksuz uygulamaları, yolsuzlukları hatta mahkûmları gerektiğinde öldürtmesiyle dikta rejimi temsil eder. Kapılara asılan ve kirli, gayr-i meşru ilişkileri ifşâ eden yazılı kâğıtlar, yozlaşmış bir üst tabakanın hayatını yansıtır. Buna karşılık bir de adaletsizliklere maruz kalan yoksullar var. Örneğin Pepe Amador gibi, berber gibi Diktaya karşı içten içe öfke duyan ve romanın sonunda öfkesi giderek kabaran bir kitledir bu!.. Romanda sel gelince evlerindeki kap kacağı boş bir tarlaya taşıyan bir kadının Belediye Başkanıyla konuşmaları; örneğin "Burası, sizler gelmeden önce namuslu bir köydü" (s. 72) sözü, yoksul Latin Amerika halkının ruh hâlini, öfkesini yansıtır.