Bir kasvet, bir sıkıntı, bir yalnızlık, hatta iletişimsizlik, Edip Cansever'in şiirini bir sarmaşık gibi sarmıştır sanki "Çağrılmayan Yakup" öyleydi; adıyla var olamayan silik bir kişinin 'sancı'sı mısralar içinde biteviye dönüp duruyordu.
Ad, var olmanın en belirgin işaretidir oysa. Yakup'un en büyük sıkıntısı bu! Adıyla çağrılmayışı, bilinmeyişi, fark edilmemek
Cansever, "Ben Ruhi Bey"de de şiirin tüm boşluklarını benzer bir sıkıntıyla doldurur. Yine tiyatro türünün imkânlarına sarılmış bir uzun şiir. Öykülemeyle ilerliyor. Ana kahramanı Ruhi Bey. Çağrılmayan Yakup gibi bir huzursuz özne; sıkıntılı, gergin, uyumsuz, içe kapanık, yalnız
Şiir, adeta bir öykü, bir tiyatro. Önce Ruhi Bey çıkar sahneye, hem anlatıcı hem kahramandır. "Gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi" der daha başta. İçindeki 'acı'yı fısıldar. Tedirgindir, bir sır kabarmaktadır içinde. Söylemekten çekindiği, gizlediği ama artık dizginleyemediği, taşıyamadığı bir sır; "sıkıntıyı buruşuk bir iç çamaşırı gibi saklar" Saklar saklamasına da!.. Nereye kadar Bir ağaç gibidir Ruhi Bey; suskun, ama "kazılmış, oyulmuş yerlerinde" "Dışa vurmak istemediği" bir şeyler gizleyen bir ağaç gibi
Cansever, bu huzursuz halet-i ruhiyeyi tasvirde oldukça başarılı.
Ve sonra "Ansızın bir rüzgâr" çıkar da anıların yapraklarını kımıldatır, sırrın üstündeki örtüyü savurur. "Ansak mı anmasak mı Yeri mi şimdi değil mi" dese de örtü sıyrılmış, anıların önündeki set yıkılmıştır. Bu ruhsal boşalma durumunu "Bırakıp gidiyor anılarımı rüzgâr Denize bırakılmış çöpler gibi" mısralarında öyle güzel anlatır ki şair.
Bir anne silüeti, silik, aranan, "sarılıp öpmek" istenen, ama "Her neyse" Her şey bu küçük önemsiz gibi duran ifadede "Her neyse" Bir geri çekilme hâli, tedirginlik. Cansever ketumdur, burada durur: Anne der ve susar; "pencerelerde belli belirsiz bir kadın Pencerelerde ve her yanda" Sonra yine silik, belli bir belirsiz bir konak, "iniltili, hasta bir konak", "Çatısında baykuşların tünediği", tahtaboşlarda "iplerin düğümlendiği" Kuyudaki ikinci işaret bu: Esenliksiz bir mekân; kırmızı bir konak!
Anıları, yaşananları silip geçer sanılır zaman! Ruhi Bey de öyle sanır; "Konaksa yandı çoktan Tertemiz bir asfalt ezip geçti onu" der. Tertemiz bir asfalt, ezip geçer mi.. Silinir mi Hayır! İşte bir hatırlama rüzgârı, geri getirmiş, "denize bırakılmış çöpler gibi" Ruhi Beyin önüne bırakmıştır o kül yığını "kırmızı konağı". Hatırlamak kaçınılmazdır, bir çocukluk travması, silik işaretler hâlinde çizgiler giderek belirginleşir. Cansever, bu psikolojik hâli, küçük, belli belirsiz işaretler -hatırlayışlar- ile o hâle uygun örtük bir dille adım adım belirginleştirir, bir psikolog gibi. Sonra basit gibi görünen bir ifade daha: "Ben Ruhi Bey, nasıl olan Ruhi Bey Nasılım" "Nasıl olan Ruhi Bey Daha nasılım." Ve "Ee daha nasılsınız Ruhi Bey" Cevap güzel: "-İyiyim iyiyim" Nasıldır sizce.. Hiç de iyi değildir aslında! Şiir, tam tersini doğrular: "İyiyim iyiyim" yani "Hiç iyi değilim!"