Delilik, sıra dışı bir hâl ama tam olarak tanımlamak da mümkün değil. Akıllılığın tersi.
Fayda ve zararla açıklanabilir belki. Kendine, çevresine, beden ve ruhuna 'fayda'lı düşünme ve davranmaya 'akıllı olmak' denebilir. Tersi ise delilik! Yani başta kendine -bedenen ve ruhen- sonra da çevresine 'zarar verici' davranışlarda bulunma ve düşüncelere sahip olma. Bir tür normu ihlâl söz konusu, çizginin dışına çıkma durumu. Ama 'çizgi'nin -genel kabul'ün- mutlak norm olduğunu kim iddia edebilir ki
Peki kabul edilen ve alışılmış çizgininmantığın dışına çıkmak, dolayısıyla deliliğin belirtileri nedir Gustave Flaubert'in "Bir Delinin Anıları"nı (Sel Yay., Çev. Ayberk Erkay, 2018) okurken kendini deli olarak niteleyen anlatıcı-kahramanın bu hâline odaklandım. Aslında bence Flaubert eserinde daha çok sanatkârın çizgi dışına çıkma sürecinden, sıra dışı ruhsal hâllerinden; duyma, düşünme ve algılamadaki 'başkalık'larından bahsediyor. Çocuklukta başlıyor süreç...
Bence Falubert, deliliğinsıra dışılığın ilk ve asıl belirtisini "Benim hayatım olaylardan kurulu değil () düşüncelerimden ibaret" (s.11) cümlesiyle belirtir. Bu tür insanlar, eylemekten çok, tahayyül ve tefekkür ederler. Bu nedenle içinde bulundukları dünyada değil de kurguladıkları dünyadadırlar. Bu ise onları 'gerçek'ten koparır, bir tür gerçeğin kaybı ya da 'başka bir gerçek'le yüz yüze gelme!..
Flaubert'in kahramanı da yaşıyor bu süreci; "Düşlerde geçti bütün çocukluğum!" (s.12) der; eylemekten çok düşler, tefekkür eder, denize, sonsuzluğa, boşluğa bakar. Ruhu o hudutsuz ufkun koynunda kaybolup gider. Necip Fazıl "Çile"de "Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbentOk çekti yukardan, üstüme avcı" dizeleriyle anlatır bu hâli. Sezai Karakoç da bunu;
"Nedense aldanmış ilk gece annem,
Afsunlu bir gömlek giydirmiş bana.
İşte vuramadı gökler bana gem,
Dinmedi içimde kopan fırtına."
diye ifade ediyor. Nasıl bir 'afsunlu gömlek' ise ya da nasıl bir 'ok'sa bu.. Şairâne ruh, genellikle gökte ve bir türlü ayakları 'yer'e basmak istemez. Flaubert'in kahramanı da böyle! Ama toprak kemendini atıp indirir yere gökten şairi. Istırap bu: "Yaşama dön, hayata bağlan, insanların arasına karış" (s.15), "Sonsuzluktan somutluğa hangi basamaklardan inmeli" (s. 15) Düşsel ve şiirsel âlemden çıkıp "felsefenin toprakları"na sokulur sonra. Bilme ve anlama cehdi, sorular, sorular, yorulma, kapaklanma, şüphe, acizlik içinde kıvranma, hiçliğe inanma, kasvetin girdabı... "Duygulardan yana zengin, olaylardan yana yoksul" (s.7) bir hayata dalmıştır artık. Daha 10 yaşında, okuldayken kalabalığın çizgisinden çıkar, düşünceleri, ilgileri yadırganır. Bir başka belirti görülür böylece: Uyumsuzluk!.. Ama o, "Çapsız, bayağı, dar kafalı zavallılar" (s.29) diyerek kendini diğerlerinden ayırır, üstün görür, bir tür sanatçı narsizmi. Ama hep düş âleminde. Bu hâl onda asabî bir gerginlik de yaratır; kabuslar, halüsinasyonlar, korkunç varlıklar görür. Okulu, daha doğrusu kuralları sevmez, toplumdan kopar, içe kapanır. Karamsarlık, sıkıntı, toplumsallaşmaya ve medeniyete yönelik eleştiriler, bir kopuşa işaret ediyor. "Hayatı daha yeni tanıdım ama şimdiden büyük bir tiksinti var içimde" (s.37) demesi, onun nasıl bir ruh hâli içinde olduğunu gösteriyor. Sonra bir kadına âşık oluş, kıskançlık nöbetleri, evham, ayrılık, aşkın acısı. Bundan dolayı aşka ve kadınlara inanmama. Ardından ilk cinsel deneyim, ruhi yıkım: Et!.. "Göğü düşlerken çamurun içine düşmek!" (s.78)