"Trajik Başarı-Türk Dil Reformu" Üzerine Notlar-8

"Trajik Başarı-Türk Dil Reformu" Üzerine Notlar-8

AHMET TALİB ÇELEN

Geoffrey Lewis'in "Trajik Başarı-Türk Dil Reformu" eserinden notlara devam. (Tercüme eden: Mehmet Fatih Uslu, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2004)

3. Bölüm: Yeni Alfabe

Bundan bir yıl önce, Eylül 1922'de İstanbul basınının temsilcileriyle yapılan bir toplantıda, Hüseyin Cahit, Mustafa Kemal'e şöyle bir soru yöneltti: "Neden Latin alfabesini kabul etmiyoruz" Atatürk'ün cevabı "henüz sırası değil" oldu. (Tarihe dikkat. Harf devriminden 6 yıl önce. A.T.Ç.) (s. 48)

Şubat 1923'te düzenlenen İzmir İktisat Kongresi'nde, üç işçi delegesi Latin harflerinin kabulü yolunda bir önerge teklif ettiler. Kongreye başkanlık eden General Kâzım Karabekir, İslâm'ın birliğine zarar verdiği gerekçesiyle bu önergeyi uygunsuz buldu ve konu üzerine şu sözleri sarf eden bir konuşma yaptı: "Derhal bütün Avrupa'nın eline güzel bir silah vermiş olacağız, bunlar âlem-i İslâm'a karşı diyeceklerdir ki, Türkler ecnebi yazısını kabul etmişler ve Hıristiyan olmuşlardır. İşte düşmanlarımızın çalıştığı şeytanetkârâne fikir budur." (Karabekir Paşa'ya tamâmen haksız diyebilir miyiz A.T.Ç.)

17 Kasım 1926 tarihli Hür Fikir gazetesinde Kılıçzade Hakkı, Kur'an'ın kutsallığının, hangi dilde yazıldığı ile alakası olmadığını belirten bir makale yazdı. Makalenin başlığı Kılıçzade'nin tezini apaçık özetliyordu; 'Arap harflerini de Cebrail getirmemişti ya' (Levend 1972: 397). Lakin bu tezde bir kurnazlık da vardı, tez Arabî-Farisî alfabeyi savunanların esas endişelerinden birini görmezden geliyordu: Eğer Latin temelli bir alfabe kabul edilirse, Kur'an'ı okuyabilen -anlayıp anlamadıkları bir yana- Türklerin sayısında kayda değer bir azalma olacaktı. Zira insanların çoğunun, ömürleri boyunca sadece tek bir alfabe öğrenmeleri beklenir. (s. 49)

Fakat üç gün sonra heyet, Bakanlar Kurulu'nun "dilimize Latin harflerinin uyarlanmasının tarzı ve olanaklarını mütalaa etmek için" Dil Encümeni'ni meydana getirmesiyle kurulmuştur. Encümen'in dokuz üyesi içinde Falih Rıfkı Atay, Ruşen Eşref Ünaydın, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Fazıl Ahmet Aykaç da vardır. 26 Haziran 1928'de toplanan bu yeni heyetin ilk işi kendini, biri alfabeyle biri de dilbilgisiyle uğraşmak üzere ikiye bölmek olmuştur. (Levend 1972: 400-1) Mustafa Kemal zaman buldukça her ikisinin de toplantılarına katılmıştır. (s.49)

Falih Rıfkı Atay'ın anlattıkları hem ilginç hem bir miktar gülümseticidir. (A.T.Ç.):

Ben yeni yazı tasarısını getirdiğim günün akşamı Kâzım Paşa (Özalp) sofrada:

-Ben adımı nasıl yazacağım 'Kü' harfi lâzım diye tutturdu.

Atatürk de:

-Bir harften ne çıkar Kabul edelim, dedi.

Böylece arap kelimesini türkçeleştirmekten alıkoymuş olacaktık. Sofrada ses çıkarmadım. Ertesi günü yanına gittiğimde meseleyi yeniden Ataya açtım. Atatürk el yazısı majüsküllerini bilmezdi. Küçük harfleri büyütmekle yetinirdi. Kâğıdı aldı, Kemal'in baş harfini küçük (kü)nün büyütülmüşü ile, sonra da (k)nın büyütülmüşü ile yazdı. Birincisi hiç hoşuna gitmedi. Bu yüzden (kü) harfinden kurtulduk. Bereket Atatürk (kü)nün majüskülünü bilmiyordu. Çünkü o (K)nın büyütülmüşünden daha gösterişli idi. (s. 50-51)