Alt başlık olarak neden "Trajik Bir Başarı" Yazar, hikâyeyi bilen her okuyucunun kendisinin bu görüşünü paylaşmayacağının farkında ama kitabı sonuna kadar okuduğunda bunların bir kısmı onunla aynı görüşe varabilir. Burada başarıyı reddetme yok. Fakat durumun trajikliğinin su götürmez bir kanıtı, Mustafa Kemal'in Osmanlı İmparatorluğu'nun sonu ve Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşu üzerine, 1927'de altı günü aşan bir sürede okuduğu Nutuk'un, 1960'ların başında "günün diline çevrilmek" zorunda kalındığı güne kadar gençler için gitgide daha az anlaşılabilir olmasıdır. Otuz küsur yılın yaptığı değişikliklerin boyutunu görmek için tek bir paragraf yeterlidir:
Muhterem Efendiler, İnönü muharebe meydanını, ikinci defa olarak mağlûben terk ve Bursa istikametinde eski mevzilerine ricat eden düşmanın takibinde, piyade ve süvari fırkalarımızın gösterdikleri şayanı tezkâr kahramanlıkları izah etmeyeceğim. Yalnız umumî vaziyeti askeriyeyi itmam için müsaade buyurursanız Cenup Cephemize ait mıntıkada cereyan etmiş harekâtı hulasa edeyim. (Kemal 1934: ii. 106)
Aşağıda ise söz konusu metnin 1963 yılı versiyonu var (Tuğrul et al.: ii. 427)
Sayın Baylar, İnönü Savaş alanını ikinci kez yenilerek bırakan ve Bursa doğrultusunda eski dayangalarına çekilen düşmanların kovalanmasında piyade ve süvari tümenlerimizin gösterdikleri anılmaya değer yiğitlikleri anlatmayacağım. Yalnız askerlik bakımından genel durumun açıklanmasını tamamlamak için, izin verirseniz, Güney Cephemiz bölgesinde yapılan savaşları özetleyeyim.
()
1960'lardan sonra da dil hareketsiz kalmadı. Aradan yirmi yıl geçmeden son değişiklikleri kapsayan Nutuk'un daha da yeni bir sürümüne ihtiyaç duyuldu. Nutuk-Söylev'de (Arar et al.: 1986), ikincisinde bazı düzeltmeler yapılarak 1934 ve 1963'e ait metinler beraberce verildi. Yine de yukarıda alıntılanan paragrafta (ii. 777 Nutuk-Söylev içinde), 1963'teki metinden sadece bir değişiklik yapılmıştı: Artık Bay, Bayan gibi sözcüklerden daha onurlandırıcı olmayan Sayın kelimesi Saygıdeğer ile değiştirilmişti.
Ve bir de şuna bakalım: 1968'de ilk baskısı yapılmış bir kitabın 1982 baskısının (Yücel, 1982) giriş kısmında yazar neden gözden geçirilip değiştirilmiş bir sürümün gerekli olduğunu düşündüğünü açıklıyor: Bir kez, şimdi olduğu gibi o günlerde de yazılarımı oldukça arı bir Türkçe ile yazmama karşın, on üç yıl önceki dilim bayağı eskimiş göründü bana." (Dikkat ediniz, bir yazar kendisi on üç yıl önce yazdığı kitabın dilinin eskidiğini söylüyor. Bu bir felâkettir. A. T. Ç.)
Başarıya trajedi niteliğini katan yalnız Osmanlı Türkçesi'nin kayboluşu değil -ki zaten onun zamanı çoktan geçmiştir ve arkasından gözyaşı dökenler ise sadece yaşlıca Türklerden ibaret hızla yok olan bir topluluk ve dili sadece dilin kendisi için seven birkaç yabancıdır- onun kendi doğal gelişimiyle birlikte, Halide Edip Adıvar, Sabahattin Ali, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Reşat Nuri Güntekin gibi yazarların dilinin yitirilişidir. Bu yitiriş şimdi, konuşurken veya yazarken gereken manayı tam olarak karşılayan sözcüğü el yordamıyla arayan, fakat bu sözcük Etrüsk dili gibi ölü olduğu ve yerine bir karşılık koyulmadığı için bulamayan her Türk'ü etkilemektedir. Dahası, pek çok yeni sözcük Türkçe'nin kurallarına ve geleneklerine çok az dikkat edilerek veya hiç dikkat edilmeyerek üretildiği için dil hissiyatına sahip herhangi bir Türk en azından bu sözcüklerin bir kısmını dayanılmaz bulmakta ve bunları kullanmaya veya duymaya katlanamamaktadır. Benim arkadaşlarımdan kimisi iletişim sözcüğünü hiç kaldıramıyor, birçoğu ise 'sebep' manasında bir isim olan nedene tahammül edemiyor.