"Trajik Başarı-Türk Dil Reformu" Üzerine Notlar (10)

"Trajik Başarı-Türk Dil Reformu" Üzerine Notlar (10)

Ahmet Talip Çelen

Geoffrey Lewis'in "Trajik Başarı-Türk Dil Reformu" eserinden notlara devâm ediyoruz. (Tercüme eden: Mehmet Fatih Uslu, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2004)

4.1936'ya Kadar Atatürk ve Dil Reformu

*Her şeyin ötesinde, Atatürk halkın yüzünü Batı'ya çevirmek istiyordu. Arapça ve Farsça unsurların dile hâkim olması karşısında kızgındı ve yerel kaynakların akıllıca kullanılmasıyla yabancı sözcüklerin lüzumsuz hale geleceğine inanıyordu. (s. 59)

*Ağustos 1923 gibi erken bir tarihte, yazar Tunalı Hilmi tarafından Büyük Millet Meclisi'ne yeni bir kanun, Türkçe Kanunu için bir öneri sunuldu. Bu kanun Eğitim Bakanlığı bünyesinde bir Türk Dili Komisyonu kurulmasını öngörüyordu.

Teknik terimler Türkçeleştirilecek; okul kitapları, resmi belgeler ve yeni kanunlar Türkçe'nin kuralları doğrultusunda hazırlanacak ve hiçbir gazetenin ya da derginin bu kuralları çiğnemesine izin verilmeyecekti. Meclis'in ve meclis dışındakilerin fikri yönelimi henüz böyle bir kanuna hazır değildi ve öneri kabul edilmedi. (İmer 1967: 87) (s. 60)

*Moralleri yükseltmek, halkın kendisini büyük bir geçmişe ve büyük bir yazgıya sahip bir ulus olarak görmesini sağlamak acil ihtiyaç haline gelmişti. (…) Bu amaç doğrultusunda ülkenin okullarında öğretilen tarih, eski çağlarda yaşamış tüm ünlü halkların ya kendilerinin bizzat Türk olduğunu ya da Türkler tarafından uygarlaştırıldığını bir hakikat olarak görmek üzerine bina edildi.

Aynı halet-i ruhiyeyle Türk dilinin kenarda köşede kalmış bir dil olmadığı aksine dünyanın bütün büyük dilleriyle bağlantıları olduğunu göstermenin cazip olduğu düşünüldü.

Gördüğümüz gibi, Atatürk'ün ilk meselesi Arabî-Farisî alfabeden Latin alfabesine geçmekti. Daha 3 Şubat 1928'de cuma günleri camilerde yapılan vaazların Türkçe yapılması emredilmişti.

İki yıl sonra, tarih ve dilin imkânları hakkında bir kitaba (Arsal [1930]) yazdığı önsözde şu iki cümle de vardı: "Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır." İkinci cümle dil reformunu ortaya koymaktadır. Eğer daha çok insan birinci cümleyi önemseseydi, reform tam anlamıyla başarıyla tamamlanabilirdi. (s. 61)

("Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak" sözüyle ilgili olarak şunu akılda tutmalıdır: O zamanlar yazılıp konuşulan Türkçedeki yabancı unsurların en fazlası Arapça-Farsça'ya âittir. Yâni Atatürk'ün "yabancı dillerin boyunduruğu" sözüyle Arapça-Farsça unsurları kastettiği açıktır. Asıl amacın bir dil özleştirme hâdisesi olmadığı ayrı bir konuşma alanıdır. A.T.Ç.)

*Onun diğer konularda olduğu gibi dil mevzuundaki tartışmalarının da ortamı rakı sofrasıdır. Rakı ve mezeyle donatılmış bu sofralar, teorik olarak yemeğe giriş niteliği taşısa da çoğunlukla yemeği ikâme eder. (s. 62)

*Atatürk'ün bir kısmı Anıtkabir'de sergilenmekte olan kişisel kütüphanesi, dil üzerine birçok eseri içermektedir. (…) Bununla birlikte Atatürk'ün etimolojiden duyduğu haz, bilimsel olmaktan çok coşkulu ve duygusaldır. (s. 62)

Atatürk'e göre Arapça asker kelimesinin kökü: Asker [A] sözcüğünü Türkçe asık (fayda) ve er (kişi) sözcüklerinin bileşimi olarak görür ve asker kelimesinin manasını 'devlete, millete yararlı kişi' olarak açıklar. (s. 62-63)

Niagara-Ne yaygara efsanesi de gerçekmiş: (…) Ayrıca onun Niagara ve Amazon sözcükleri için şu Türkçe kökbilgilerini önerdiği söylenir: Ne yaygara ve ama uzun. (s. 63)

Yabancı kelimelere Türkçe köken bulma mevzûunda birkaç neşeli (gerçek) hikâye:

Amiral Necdet Uran, 1937 yılında Akdeniz'de yapılan bir deniz gezisi sırasında şahit olduğu bir olayı anlatmaktadır. Atatürk, harita odasına gelmiş, bir süre haritayı incelemiş ve geminin yönünü gösteren rotayı işaret etmiş.