D. T. isimli Arnavut kökenli, Atatürkçü, laik, agnostik ve illâ da İslâm düşmanı bir sosyal medya fenomeninin Hz. Peygamber'in Hz. Ayşe ile evliliği üzerinden hakâretâmiz ifâdelerinden sonra zâten hiç eksik olmayan din tartışmaları birdenbire zirve yaptı. 14 sözümona ilâhiyatçı D. T.'ya destek îlânı verdi. Her ne kadar D., "CHP bana destek vermedi" diye sızlansa da sosyal medya platformları D.'a destek açıklamaları ile doldu. Bu arada D.'ın iddialarına cevap veren Müslümanlar da oldu. Doç. Dr. Ahmet Kavlak, Mustafa Solmaz ve Fehmi İlkay Çeçen'in cevapları ilgi çekici ve göz doldurucu idi.
Nasıl olduysa bu tartışmalar birdenbire "Şeriat ve İslâm aynı şeydir-değildir" tartışmasına dönüverdi. Şahsen bir görüşüm olmakla birlikte mevzûun mütahassısı olmadığım için sözü îtimât ettiğim bir yazara bırakmayı tercîh ederim. Merhum S. Ahmet Arvasî Hoca'mız taa 1970'li yılların sonunda yazdığı bir yazıda meseleyi ne güzel ortaya koyuvermiş. Okuyalım:
İKİ KAVRAM
İslâm'ın iki mukaddes kavramı... "Şeriat" ve "Tasavvuf"...
Bu kavramlar üzerinde, yalan yanlış bir sürü yorum yapılmış, insanlarımız aldatılmak istenmiştir. O halde, şeriat ve tasavvuf ne demektir Kısaca açıklayalım.
Şeriat, edille-i şeriyye (Kitap, Sünnet, İcma' ve Kıyas) ile ortaya konan, müslümanların yapması ve yapmaması gereken işleri bildiren "İslâm nizamı"dır. İslâm "akaid" (temel inançlar) ve "ilm-i fıkıh" (müslümanların yaşayışlarını tanzim eden ilim) adı altında ele alınan her mesele, "şeriat" kavramı içindedir. Kısaca, şeriat, bir müslümanın inançlarını, ibadetlerini, yaşayışını ve eylemlerini mürakabe eden sistemdir.
Ahmet Cevdet ve arkadaşlarının bir şaheser olarak "tedvin ettikleri" Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye adlı kitabın (Hicri 1303 tarihli baskısının) 21. sahife ve 1. maddesine göre, "Fıkıh İlmi" şöyle tarif edilir: (Sadeleştirerek veriyoruz.)
"Fıkıh ilmi ise, şeriat ilminin meselelerini bilmektir. Fıkha ait meseleler, ya ahireti ilgilendiren emirler durumunda olup ibadet hükümleridir; yahut dünyayı ilgilendiren evlenme-boşanma (münakahat) insanlar arasındaki her türlü ilişki (muamelat) ile suçlar ve cezalar (uk?bat) gibi bölümlere ayrılır."
İslâmiyet'te iman, ilmi, amel ve ihlâsı gerektirir. İlim, İslâmiyeti dosdoğru bilmeyi; amel inançlarını yaşamayı, ihlas ise samimi bir aşk ve vecd adamı olmayı, her türlü gösteriş ve riyadan uzak olarak dinî heyecan duymayı ifade eder.
Tasavvuf ise, şeriatın sınırları içinde kalmak şartı ile yine samimi bir aşk, vecd ve heyecan ile "dinin özüne", esrarına ve zevkine "kemâl-i edeb" ile ulaşma gayretini ifade eder. Kur'ân-ı Kerim'de "mukarrabîn" (Allah'a yakın olanlar) olarak övülen ve "Allah'ın velî kulları olmakla" sıfatlanan kişiler, işte dinimizde böylece yücelen kimselerdir. Böyleleri Kur'ân-ı Kerîm'de "Haberiniz olsun Allah'ın velî (kul)ları için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun olacak değillerdir" diye sevgi ve müjde ile anılmaktadırlar. (Bakınız, Y?nus Suresi: Ayet: 62).