Nüfus planlaması ve bazı sosyal yansımaları (2)
AHMET TALİB ÇELEN
"Râsim Özdenören merhûmun mesele hakkındaki tespitlerinin günümüze taşınmasını bundan sonraki yol haritasının belirlenmesi bakımından ehemmiyetli buluyorum" demiştim. Devâm ediyoruz:
Nüfus planlamasını terviç edenler arasında, keza aynı planlamanın mantıkî bir sonucu olarak kürtajı, evlilik dışı ilişkileri (yani zina ve fuhşu), hatta homoseksüelliği açıkça "mubah" sayanların mevcut olduğu bilinirse, belli bir ahlâk anlayışının iktisadî sahaya nasıl müessir olduğu daha iyi anlaşılır sanırım. Önemli olan, bu ahlâk anlayışını, herkesin kabul edebileceği objektif bir dille, meselâ matematiğin diliyle ifade edebilmektir. Çocuk düşürme, evlilik dışı ilişkiler vs. gibi "tedbirlere" önleyici, koruyucu tedbirler adını veriyorlar. Önleyici tedbirler alınmazsa, bu tedbirler, savaş, açlık-kıtlık, hastalık halinde zecri olarak kendiliğinden gelir, diyorlar. Bir başka düzlemde de savaşın, açlığın, kıtlığın getireceği felâketleri, gene aynı ahlâki alan içinde kalarak anlatmaya çalışıyorlar.
Olay, aslında nüfus planlamasına taraftar olanların ileri sürdükleri gibi mutlaka böyle bir "planlama"ya başvurmayı gerektirmiyor. Çünkü halihazırda problem diye gösterilen husus nüfus çokluğundan değil, fakat mevcut gelirin dengesiz ve adaletsiz dağılımından kaynaklanmaktadır. Örneği, özellikle Amerika'dan vermek istiyoruz. Michael Harrington, "Öteki Amerika" adını verdiği kitabında konuya ilgi çekici bir yaklaşımla eğiliyor. Yazara göre, bildik bir Amerika var: Söylevlerde kutlanır, televizyonda, dergilerde ilânları görülür; dünyanın şimdiye değin bildiği en yüksek kitle yaşama düzeyine erişmiştir. Ama bir de, bu aynı Amerika'nın içinde yer almış, fakat bilinmeyen, görünmeyen, içinde 50 milyon yoksul ve sefil insanın yaşadığı bir başka Amerika, öteki Amerika vardır. Öteki Amerika'nın göze batmayışının, hatta hiç görülmeyişinin belirli sebepleri vardır: Çünkü alelâde bir gezgin, çokça ana yolu bırakmaz, pahalı yerlerden geçer. Otuzlardaki Wales film setlerine benzeyen kasabaların bulunduğu Pennsylvania vadilerine girmez. Sıra sıra kumpanya evlerini, tekerlek iziyle açılmış yolları (yoksul nerede yaşarsa yaşasın, ister kasabada ya da kentte, yolu hep kötüdür), kara ve kirli hiçbir şeyi görmez. Bir rastlantıyla böyle bir yerden geçse bile, gezgin, bardaki işsiz adamlarla, uzak bir yerdeki işyerinden evine dönen kadınlarla karşılaşmaz. Güzellik ve efsane, yoksulluğun sürekli maskeleridir. Gezgin, Appalachian Dağları'na sevilesi mevsimlerde gelir. Veya belki de, yukarıdan aşağıya dağ evlerine bakar, kendi gözleriyle görmekten çok Rousseau'yu anımsayarak, "bu insanların" böyle oldukları gibi yaşamalarından dolayı, talihli orta sınıfın sıkıntı ve gerginliğinden uzak, mutlu yaşadıklarına karar verir. Tek sorun şudur ki, "bu insanlar", bu tepelerin garip sakinleri eğitimsizdir, imtiyazsızdır, biraz sağlıksızdırlar; kırlardan, uygun düşmedikleri kent yaşantısına itilmek zorunda bırakılmışlardır. Bunlar, yoksulun görünmezliğinin olağan ve açık nedenleridir.
Yazar, bu konudaki görüşlerini sürdürerek Amerika'nın görünmeyen bu 50 milyonluk yoksullar kitlesinin

123