Mürşid

Mürşid deyince etrâfında bin yıldan fazla bir bilgi, duygu, amel ve edebiyat birikimi teşekkül etmiş bir mefhumdan bahsediyoruz demektir. Âyet ve hadislerin de kaynak olarak kullanıldığı zengin bir arka plânı olduğunu söyleyebiliriz. "İrşad eden, doğru yolu gösteren" mânâsıyla daha geniş bir alana âit olsa da mürşid mefhûmunun tasavvuf-tarîkat sâhası ile âdetâ kaynaştığını söyleyebiliriz.

Yunus Emre'nin meşhûr şiirinde mürşid anlayışı toplanmış ve billurlaşmıştır:

Gel ey kardeş, Hakk'ı bulayım dersen,

Bir kâmil mürşide varmasan olmaz,

Resûl'ün cemâlin göreyim dersen,

Bir kâmil mürşide varmasan olmaz.

Niceler gittiler mürşid arayı,

Arayanlar buldu derde devayı,

Bin kez okur isen aktan karayı,

Bir kâmil mürşide varmasan olmaz.

Gel şimdi kardeşler gidelim bile,

Nice âşıkların bağrını dele,

Cebrâil delildir, Ahmed'e bile,

Bir kâmil mürşide varmazsan olmaz.

Kadılar, mollalar cümle geldiler,

Kitapların hep bir yere koydular.

Sen bu ilmi kimden aldın dediler.

Bir kâmil mürşide varmazsan olmaz.

Yunus Emre bunda mânâ var dedi,

Bir kâmil mürşide sen de var şimdi,

Hazret-i Musa'ya, Hızr'a var dedi,

Bir kâmil mürşide varmazsan olmaz.

Şiire göre mürşid, Allah'ı bulduran kişidir. Hz. Peygamber'in cemâlini görmek de ancak bir mürşid ile mümkündür. Nice insanlar mürşid aradılar ve derde devâyı mürşid arayanlar buldu. Ne kadar kitap okusan da bir mürşide bağlanmadan hakîkate erişemezsin. Mürşid-mürid münâsebetinin delîli Cebrâil ve Hz. Muhammed aleyhisselâmdır. Hz. Muhammed'e yol gösteren Cebrâil aleyhisselâmdır. Muhtemelen Yunus Emre, ilmi kitaptan okumuşlar ile bir mecliste buluştu ve onun söylediklerine satır âlimleri şaşırdı kaldı. "Sen bu ilmi kimden aldın" diye sordular. O da "Bu ilim ancak bir mürşidden alınabilir." dedi. Şiirin son kıtasında Yunus, mürşid-mürid meselesine Hz. Musa ile Hızır arasında geçen hâdiseyi de delil olarak veriyor. Hızır ile Musa, Hızır'ın Musa'ya ilm-i ledünü öğrettiği bir yolculuk yapmıştı; bu seyâhatte Hızır mürşid, Musa mürid durumundaydı.

Tasavvuf ve tarîkatta mürşid mevzûunun hülâsası budur. Tasavvuf külliyâtı içinde "mürşid"in yüzlerce târifini bulabiliriz. Zannederim Kubbealtı Lügati'nin şu târifinde birleşebiliriz: "Hak ve hakîkate erişme yolunda müritlerine örnek olan, onları irşat eden, rehberlik eden kimse, şeyh."

Maalesef işin aslı bu kadar net ve sâde iken yüzyıllar içinde günümüze doğru gittikçe şîrâzeden çıkan bir mürşid anlayışı tarîkatlı cemaatlere ârız olmuştur. "Şeyh uçmaz, mürid uçurur." sözü çok eskiden beri bilinir ama günümüzdeki uçurma da iyice uçmuş ve îtikat hudutları dışına taşmıştır. Bu cümleden olarak: Mürşidini dünyâyı ve kâinâtı idâre eden gerçek kuvvet olarak gören mi dersin, hayır ve şer her şeyin karârını veren ve icrâ eden, meselâ Stalin'i Amerika'yı dengelesin diye Rusya'nın başına getiren, Yuşa Peygamber'e verdiği bir emirle Stalin'i öldürten mi dersiniz, müridlerine sıratı geçme ve cennete girme garantisi veren mi, müritlerini bir kibrit kutusu içindeki sinekler gibi cebinde taşıyıp sorgusuz suâlsiz cennete sokanlar mı dersiniz, canını almaya gelen Azrâil'e "Yâhu bir git, daha benim dünyâda işim bitmedi!" diye Azrâil'i fırçalayan mı dersiniz, iki peygamber gücünde olup sıratın başında bekleyen, onun şefâat ettiği kişilerin cennete gittiği (bu mürşid bile değil) abiler mi dersiniz, kâinâtın asıl idâre edicisi olup hastalandığı zaman görevi Allah'a devreden mi dersiniz, depremleri "Duur!" komutuyla durduran He Man taklidi kahramanlar mı dersiniz Bunlar artık İslâm îtikâdı içinde sayılamayacak sapmalardır. Mürşid bu değil. Dînî hayâtını bir mürşide bağlanarak yaşamak isteyene bir şey denilmez. Ama bu, kişinin hür irâdesiyle gerçekleşmelidir ve şart görülmemelidir. Mürşid diye bağlanılan kişi gerçekten iyi niyetli ve ilmi kifâyeti olan birisi ise faydaları umulur. Ama asla şart değildir.