Eğitim hayâtımızda millî ve İslâmî kök değerlerimize uygun bir gelişme için kânun, yönetmelik ve müfredattan önce öğretmen kadrosunun millîleşmesi gerektiğine dâir çok yazı yazdım. Bunlardan birkaçının başlığı bile sancımızı ortaya koymaya yeter: Millî eğitimde yeni müfredât ve zorluklar, Millî Eğitimde yeni müfredâtın başarı şartı, İyi müfredat iyi öğretmenle muvaffak olur, Müfredâttan önce öğretmen, İyi öğretmeni nasıl seçelim, Eğitimde İstiklâl Marşı kriterleri, İstiklâl Marşı'mızdaki öğretmen profili (4 bölümlük seri yazı), İyi Müfredâtla Kötü Netîce Alma Dersleri, Öğretmen değişmeden eğitim de değişmez.
Merhum S. Ahmet Arvasî Hocamız da idealist bir muallimdi. O da bir yazısında "düzen" (kanun, yönetmelik, müfredat) değil "kadro" (öğretmen) mühim diyor.
"DÜZEN" DEĞİL "KADRO..."
Öğretmenlik, çok zor ve çileli bir meslektir. Büyük bir ideali olmayanlar, çok defa bu mesleği yürütemezler, yürütmeye devam etseler bile başarılı olamazlar. Hele, bizim gibi, kalkınmakta olan, çok problemli, çeşitli açılardan bir geçiş dönemi yaşayan, kaygan, kaypak ve çatışmalı bir ülkede...
Düşünün, ben, 12 Eylül 1980 harekâtına vesile olan o netameli dönemde (1955-1979 yılları arasında) öğretmen yetiştiren yüksekokullarda "Eğitim Sosyolojisi" ve "İktisadî Sosyoloji" okutuyordum.
Sınıfları dolduran öğrencilerim, ideolojik kamplara ayrılmışlardı. Okuttuğum dersler, fizik, kimya ve matematik gibi değildi; ister istemez sosyal ve ekonomik konulara ağırlık vermek zorundaydım. Bu sebepten derslerim pek hararetli geçiyordu. Siz istediğiniz kadar "ilim" deyin, konuşmalar ve münakaşalar, belli bir süre sonra "ideolojik nitelik" kazanıyordu. Ve siz yıpranıyordunuz.
Çok dikkatli olmanız gerekiyordu. Küçük bir dikkatsizlik, sizi, yandaş, düşman veya düzenin çanak yalayıcısı yapabilirdi. Velhasıl zor günlerdi o günler...
Bir gün, genç ve ateşli bir öğrencim, beni, "Düzenin adamı" olarak tarif etmeye kalkışmıştı da ona şunları söylemiştim:
"Beni dosdoğru tanımanızı isterim. Ben, İslâm iman ve ahlâkına bağlı bir Türk Milliyetçisiyim. Demokrasiye ve çok sesliliğe inanırım. Bunun yanında mücadelemi, Anayasa ve yasalar içinde sürdürmeyi prensip edinmiş bulunuyorum. Anayasa'ya uyarak Anayasa'yı, yasaya dayanarak yasaları değiştirmek mümkündür. Bunun da yolu demokrasiden geçer; ben ihtilâlci değilim.
Ben de içinde yaşadığımız düzeni beğenmeyebilir ve kritik edebilirim. Nitekim yeri gelince, usûlüne uygun olarak bu görevimi de yapıyorum. Ama bana 'suç işletmek mümkün değildir. Sosyal ve hukukî normları ihlâl ederek selâmete çıkılmaz. Bu, anarşi doğurur.
Kaldı ki, bir ülkenin hayatında 'Anayasa ve yasalar' kadar, 'kadrolar' da önemlidir. Artık, herkes bilmelidir ki,