Dokuz gazozu içen kim
Ahmet Tâlib Çelen
Geçen hafta Râsim Özdenören merhûmun "nüfus kontrolü-âile plânlaması" meselesinin nasıl bir oyun olduğunu çarpıcı bir şekilde gösteren bir yazısını paylaştık. Paylaştığım bölüm, yazının yarısından sonrası sayılır. Meselenin bam teli burada olduğundan önce o bölümü paylaşmıştım. Şimdi aynı yazının baş kısmını paylaşacağım. Yazının başlığı "Dokuz gazozu içen kim" Yazar bu başlığı Necip Fazıl'ın modern dünyâda gelir dağılımı adâletsizliğini vurguladığı
Allah'ın on pulunu bekleyedursun on kul
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!
(Destan Şiiri)
mısralarından ilhamla kullanmış olmalıdır.
Şimdi yazıyı okuyalım:
Dokuz gazozu içen kim
Bir kişiye 9 gazozun, dokuz kişiye bir gazozun dağıldığı bir toplumda, bu dağılımın basit aritmetik ortalamasını alırsak, kişi başına 1'er gazoz düştüğü sonucuna varırız. Sonuç matematik olarak, kesin olarak böyledir ve doğrudur. Fakat bu "doğru" realite ile çakışmakta mıdır, yani realitenin aynı mıdır
Batı dünyasında geliştirilen "iktisat ilmini" böyle bir tahlile tabi tuttuğumuzda, son merhalede varacağımız netice yukarıdaki aritmetik ortalamadan "daha gerçek" bir tabloyu sergilemez. İşlemlerimiz doğru olunca, üstelik bunlar matematiğin diliyle bir ifadeye kavuşturulunca önümüze çıkarılan tabloya doğru diye bakmak zorunda kalıyoruz.
Mesela, şimdi dünyanın her yerinde yaygınlaştırılmış olan "nüfus planlaması" gerekçelerini birtakım "varsayımlara" dayandırmaktadır. İktisadî refah düzeyinin yüksek tutulması gerektiği hususunda bir yargı peşin kabullerimizin arasına yerleştiriliyor. Sonra "iktisadî refah düzeyinin" ölçülmesi için bazı kıstaslar konuluyor ve deniyor ki, bu düzey fert başına düşen millî gelire oranlanır. Yani fert başına düşen millî gelir ne kadar yüksekse, refah düzeyinin de o ölçüde yüksek olduğu farz edilmektedir.
Şimdi, fert başına düşen millî geliri refahın göstergesi diye kabul edince, gelirin nasıl dağılacağı hususunu nazara almadan, makro düzeyde bu gelirin nasıl çoğaltılabileceği noktasına dikkatimizi yöneltmemiz gerekecektir. Burada, elimize iki unsur tutuşturulmaktadır. Birisi doğrudan doğruya millî hasıla, diğeri de bu millî hasılayı paylaşacak olan fertlerin sayısı. İşte, matematik faktörü burada devreye giriyor. Bir sayıyı 1'e böldüğümüzde kendisini, kendisine böldüğümüzde 1'i elde edeceğimizden kimin şüphesi olabilir Millî hasıla ne kadar az kişi arasında paylaştırılırsa, kişi başına düşecek olan miktar o kadar artacaktır! Böylece ekonomiyi kendi iç dinamiklerine göre işleterek millî hasılayı yükseltme imkânımız her şeye rağmen kısıtlı kalıyorsa, yapılacak şey denklemin diğer yanındaki sayıya (yani nüfusa) müdahale etmekten başka ne olabilir

103