Mayınların patlatamadığı gerçekler!..

AKP iktidarının ilk yılı... Dönemin Başbakanı Abdullah Gül... Türkiye'nin içine sürükleneceği Suriye bataklığının alt yapısı oluşturuluyordu!.. Suriye sınırımızda mayınların temizlenmesi, o günlerin en hararetli tartışma konularının başında geliyordu. Abdullah Gül tarafından, "proce", Suriye Devlet Başkanı Başer Esad'a götürüldüğünde- gösterdiği sert tepkiyi (bizzat şahit olduğum)- buradan sizlere ifade etmem mümkün değil!.. Girizgahı, geçmişte kalan ve benimle mezara gidecek anılarımı tazelemek için yapmadım. O günlerde ne kadar büyük hatalar yapıldığını devletin içinde yer alan kademeler de biliyordu. Uyarılar da yapılıyordu. Gelişmelerin nasıl cereyan ettiği ve bugünlere nasıl geldiğimiz malumunuz. O sıkıntılı günlerin şahitlerinden biri, değerli dostum emekli mülki idare amiri, Başbakanlık İnsan Hakları Mülteci ve Göçmenler Başkanlığı görevinde de bulunmuş. Doç. Dr. Selahattin Ateş'in düşünce kuruluşu STRASAM'da kaleme aldığı çok önemli bir makale yayımlandı. Bugünlerde tartıştığımız güvenlik sorunlarımıza ışık tutacağı düşüncesi ve gerçeklerin daha iyi anlaşılabilmesi için bazı satırları alıntılayacağım; - 2000'li yılların ilk on yılı bittiğinde ülkemizin AB üyeliği perspektifinde Türkiye için çok önemli olan mülteci ve sığınmacılara yönelik "yasal düzenleme ve coğrafi çekince", "Suriye sınırında mayınların temizlenmesi ve Afgan mültecilerin yerleştirilmesi", "AB ve geri kabul anlaşmaları" konuları ülke gündeminden daha fazla benim kişisel ajandamda yer tutuyordu. Zira bu alanlar bakirdi ve ülke menfaatlerimizin korunmaya ihtiyacı vardı. Mülteci ve göçmenlerle ilgilendiğim 2008-2011 yılları arasında dünyada en çok Filistinli mülteciler yanında Afgan mülteciler de ikinci sırayı alıyordu. Her ikisi de 5-6 milyon civarındaydı. Ardından Iraklı, İranlı ve Afrikalı mülteciler geliyordu. Henüz Ukraynalı, Venezüellalı, Suriyeli mülteciler yoktu. -Bugün Batı Dünyasının bireysel olarak insani mülteci yaklaşımı olduğunu biliyorum. Ama devletler düzeyinde bunu söylemem mümkün görünmüyor. Batı yaşlanan nüfusuna ve iş gücü eksikliğine bir çare olarak göçmen ve mülteci konusunu cazip-pozitif bir bakış açısı geliştirmekte, güvenlik açısından da en büyük kültürel ve dini çekinceyi koyarak itici-negatif bir unsur olarak konuya yaklaşmaktadır. Gelelim Suriyeli mülteci ve Afgan mülteci nerede nasıl kesişebilir ve kazan-kazan durumuna nasıl dönüşebilirdi konusuna! Yine aynı yıllar. 24 saatimiz mülteci ve insan hakları. Ama ülke menfaatimiz asla göz ardı edilmeden. Ottowa Sözleşmesi 1 Mart 1999 tarihinde yürürlüğe girdi. 2003 yılında imzalayıp 2004 yılında yürürlüğe sokan Türkiye de dâhil 164 ülke taraf olurken ABD, Çin, Rusya, İsrail, İran ve Suriye dahil 32 ülke sözleşmeye imza atmadı. Bu sözleşmeye göre anti-personel mayınlarının kullanılması, stoklanması, üretilmesi ve transferinin yasaklanması ve imhası gerekiyor. Yol haritasına göre ilk dört yıl içinde depolanmış mayınları ve ilk 10 yıl içinde de toprak altındaki mayınlar tamamen yok edilecekti. Türkiye'nin İran, Irak ve Ermenistan sınırlarında daha küçük oranlarda mayınları bulunduğu halde birden Suriye sınırındaki mayınlar temizlensin gündeme oturdu. Ben bunu vizelerin kalktığı bir dönemde iyi ilişkilere bağlamıştım. Arap Baharı'nın cehennem sıcakları yoktu. Ancak, hiçbir görev verilmediği halde hemen konuya ilişkin bir rapor hazırladım. Yaşlanan nüfusun Batıda ilacı olan mülteciler bizde de ilaç olur mu diye değerlendirdim. Daha henüz Afganistan görevim ile ilgili hiçbir belirti yoktu. Ancak, Afgan mültecilerin daha çok Türk kökenli olduğunu biliyordum. Bu insanlar inançları ve etnik kökenleri gibi nedenlerle can güvenlikleri kalmadığı için Pakistan, İran ve Türkiye gibi ülkeler başta olmak üzere sığınma talebinde bulunmuş ve zor koşullar altında yaşıyorlardı.