Bir şiir mecmuası:"Gülzâr-ı Âsâr"

Bizde şiir mecmuası denilince genellikle "Mecmûatü'n-nezâir" (Ömer b. Mezid), "Câmiu'n-nezâir" (Eğridirli Hacı Kemâl), "Mecmau'n-nezâir" (Edirneli Nazmî), "Pervâne Bey Mecmuası" (Pervâne Bey) gibi daha çok Divan şairlerinin gazellerinden seçmelerin bir araya getirildiği eserler akla gelir. Ancak 19. yüzyıldan itibaren "Nevâdiru'l-âsâr" (Recaizade Ahmet Cevdet), "Müntehabât-ı Mesari u Ebyât" (Bursalı Mehmet Tahir), "Unutulmaz Mısralar" (İ. Hilmi Soykut) ve emsali bazı çalışmalarda, "Klasik Türk şiiri"nden hikmetli beyitlerin bir araya getirilmiş olduğunu görüyoruz ki bu vadide Abdurrahman Nâcim'in (ö. 1895) derlediği ve pek bilinmeyen "Gülzâr-ı Âsar" adlı bir eser daha vardır ki yazımızda kısaca onu tanıtmak istiyoruz. 13091893 yılında Beyrut'ta basılan (272 s.) bu eser Arapça, Farsça ve Türkçe hikmetli beyitlerden oluşmaktadır. Abdurrahman Nâcim, eserin "Giriş"inde "Besmele", "Hamdele" ve "Salvele"den sonra (mealen) şöyle der: "Arap, Fars ve Türk şiirinde birçok hikmetli beyitler olmasına rağmen, bunlar dağınık halde bulunduğu için gerektiği şekilde faydalanmak mümkün olmamaktadır. Bu sebeple, beyitlerin ilk harfine göre alfabetik olarak tertip ettiğim bu mecmuaya 'Gülzâr-ı Âsâr' adını verdim." "Gülzâr-ı Âsâr"dan Arapça ve Farsça tadımlık birer örnek sunduktan sonra Türkçe hikmetli beyitlere geçelim: "Leyse'l-yetîme'llezî kad-mâte vâlidühİnne'l-yetîme yetîmü'l-ilmi ve'l-edeb" (s. 201) (Babası ölen yetim değildir. Gerçek yetim, ilim ve edepten mahrum olan kimsedir.) "Tâs-ı hammâmest in dünyâ-yı dûnHer zamân der-dest-i nâ-pâkî diğer" (s. 154) (Bu dünya, hamam tasına benzer. Her zaman bir başka kirlinin elindedir.) Şimdi esas konumuz olan Türkçe beyitlere geçebiliriz: "Bî-hûdedir kemâl ü dirâyet zamânedeBâb-ı kibâr-ı asra hüner intisâbdırHikmet, nizâm-ı âlem-i kevn-i fesâdı hepİhlâl eden müdâhane vü irtikâbdır" (s. 60) (Günümüzde liyakatli, dirayetli olmak boşunadır. Hüner, devlet büyüklerinin safına katılmaktır. Oysa dünya nizamını bozan dalkavukluk ve rüşvettir.) "Tasaddur kılsa ger nâdân ne gam fevkinde dânânınOlur hâr u has üstünde güher altında deryanın" (s. 71) (Cahil, âlimin üstünde bir makama otursa şaşılmaz. Zira çer çöp denizin üstünde, inci altında olur.) "Cihânda devlet eder aybın âdemin mesturGünah ederse de farzâ sevabdır derlerÇıkınca nâmı mey-âşâmlıkla bir rindin Elinde âb görülse şarâbdır derler." (s. 85) (Dünyada makam-mevki sahibi olmak insanın ayıbını örter. Faraza günah işlese sevap işledi derler. Oysa bir rindin adı içkiciye çıksa, elinde su görseler şarap derler.) "Halka kin eyleme ger varsa mürüvvet sendeSeni zemm eyleyeni medh ile kıl şermendeEhl-i irfân ile külhanda geçinmek yeğdir Cühelâ ile safâ eylemeden gülşende." (s. 99) (Sende insanlık varsa kimseye kin gütme. Seni kötüleyeni methederek utandır. Cahillerle gül bahçesinde zevk ü safa sürmekten, âlimlerle külhanda yaşamak yeğdir.) "Dâne vermez hırmanından merdüm-i dânâya çarhBezl eder varını ammâ bulsa bir nâdâna hep." (s. 110) (Felek, âlime harmanından bir tek buğday tanesi vermez. Ama cahile varını yoğunu verir.) "Kalem feryâd edip ağlar mürekkebBize câhil yüzü gösterme yâ Rab" (s. 182) (Ya Rabbi bize