Yaratılış sırları

Dünyaya gözünü açan her insanın, zihnine hücum eden sorular vardır: Ben kimim Bu dünyada ne arıyorum Niçin buraya geldim Bundan sonra nereye gideceğim Benimle bu dünyayı paylaşan bu kadar insan ve canlı-cansız varlık nereden gelip nereye gidiyorlar..

Kâinatın neresine bakarsanız bakın, gereksiz yaratılmış hiçbir şeyi göremezsiniz. Her şey yerli yerince yaratılmış, her şey sonsuz bir hikmetle takdir edilmiştir.

Bugün kâinatın yaratılışına dair çeşitli teori ve hesaplamalar yapılmakta, değişik rakamlar sıralanmaktadır. Demek ki, kâinat bir zamanlar yoktu. Bu durumda henüz varlık mefhumunun var olmadığı bir zamanda varlığı yokluğa tercih edecek ve yaratacak bir kudrete ihtiyaç vardır. Bediüzzaman'ın ifadesiyle, "Vücud; mümeyyize, muhassısa, müessire olmak üzere, "ilim, irade, kudret" sıfatlarını istilzam eder."1

Eşyanın meydana gelebilmesi için ilim, irade ve kudret gibi sıfatlara ihtiyaç vardır. İlim sıfatı, yaratılması söz konusu olan bir şeyin ilmen çeşitli ihtimalleri içinde düşünülmesidir. Bu ise, "mümeyyiz"lik vasfını yani eşya âleminde maddeyi birbirinden ayırt edebilme vasfını sonuç vermektedir. "İlim" sıfatının varlığı, böyle bir ayırt ediciliği sağlamaktadır.

"İrade" sıfatı ise, çeşitli ihtimaller içinde en uygununu seçip ayırmak olan "muhassısa" halini netice verir. Bu durum irade sıfatının gereğini akla getirecektir.

Üzerinde karar verilen ve seçilen tarzın meydana getirilmesi "müessire" vasfının gereğidir ki, bir kudret sahibi, kudretiyle yaratmayı irade ettiği şeyi tercih ederek yaratır. Bu ise kudret sıfatının gereği olduğunu ortaya koymaktadır. Bu duruma göre yokluk halinin bir tercihle varlık şekline dönüştüğü görülmektedir. Madem varlık yokluğa tercih edilmiştir. Öyleyse, bu tercihi kim yapmıştır Bu sorunun cevabı, kâinatın yaratılışında takip edilen maksat ve gayelerin tespit ve açıklaması ile yapılabilir.

İçinde yaşadığımız maddî âlemin nasıl ve niçin yaratıldığı, felsefe ile pozitif ilimlerin başta gelen meşguliyetleri arasındadır. Varlıktan söz edebilmek varlığın meydana gelmesinde gerçek etki sahibi olan ilim, irade, kudret, sem' (işitmek), basar (görmek) ve kelam (konuşmak) gibi sıfatların sahibinin varlığına inanmak mecburiyeti vardır. Bütün bu sıfatlar sonuçta birinci sıfatı olan hayat sahibi bir kudretin varlığını zorunlu kılar.2 Aksi takdirde yaratılan eşyanın ve onda hükmeden kanunların başıboş birer tesadüf eseri olduğunu kabul etmek gerekecektir. Bunun imkânsızlığı Allah inancına bağlılık zaruretini karşımıza çıkarmaktadır.

Varlık üzerinde tasarruf etme hakkı yalnız Allah'ın yaratıcı kudretine aittir. Her şey bilinerek hikmet ve intizam dairesinde, şefkat ve ince ölçülerle, hikmetlerle, maslahatlarla ve yüksek gayelerle yapılmıştır. En büyük şeyde ne kadar intizam varsa, en küçük şeyde de o kadar intizam vardır. Allah, varlık gruplarına ve her grup içindeki parçalara kudretiyle hayat verip görevlendirir, sonra hikmetiyle asker gibi terhis eder, gayb âlemine gönderir. Bir bakıma kudret dairesinden ilim dairesine alır. Eşyanın yokluktan varlığa çıkması ve bunun büyük bir intizam içinde düzenlenmesi, kâinatta muktedir bir gücün hükmettiğine en büyük delildir. Bu gerçek de, ancak tek bir Allah inancıyla açıklanabileceğini ortaya koymaktadır.