Sistemi kalıcılaştırma çabası

Siyasetin içine girdiği yeni süreçte Erdoğan, Bahçeli, Öcalan reel siyasetin dinamikleriyle adeta top oynuyor. Bahçeli'nin Alevi-Kürt açılımı, Erdoğan'ın Türk-Kürt Arap kardeşliği üzerinden millet/ulus yerine yeni bir milli kimlik önerisiyle ümmet stratejisini, ileri sürmesi, Öcalan'ın aktif siyasetin tam ortasında, partilere, guruplara mektuplar yazarak, siyasi açıklamalarda bulunarak olağan siyasetin bir parçası haline gelerek gündem belirlemesi, bir türlü açıklayamadıkları "Yeni Türkiye" modeline yönelik sancıların işaretidir.

Trump 'un desteği ile Türk siyasetini rotasından çıkarıp, hukuku siyasallaştırarak, tıpkı Balyoz Ergenekon olaylarında olduğu gibi, adliyenin gücü ile muhalefeti tasfiye çabalarının nedeni de budur. Hatta Bahçeli'nin "Cumhurbaşkanının iki yardımcısı olsun biri Kürt, diğeri Alevi" demesinin temelinde yine Türkiye'yi çökerten siyasal sistemin kalıcı hale getirilmesi vardır. Çünkü 2017'de mühürsüz oylarla yürürlüğe giren Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi başarısız olmuştur. Bu başarısız sistemi kalıcı hale getirmek istiyorlar.

Bu sistem geldikten sonra Tarım, sanayi, hukuk, adalet, eğitim başta olmak üzere neredeyse Türkiye'nin tüm kurumları arzulanan ideal gelişmeyi ve başarıyı sağlayamamıştır. Ekonomi, en başarısız alanlardan biri olmuştur.

Sistem, başta emekliler olmak üzere tüm dar gelirli kesimleri, ortalamanın altına çekmiş, toplumun genel çoğunluğunda huzursuzluğa sebep olmuştur.

Halk/ seçmen ile saray arasındaki bağ, milletvekillerinin yetkilerinin sınırlandırılarak, meclisin etkisizleşmesiyle kopmuştur. Millet, gönderdiği vekiller işlevini yitirince yönetim üzerinde baskı kuramaz, yetki gücünü gösteremez hale gelmiştir.

İşte bu sebeple AKP-DEM-MHP ortaklığının ileri sürdüğü tezler, toplum kesimlerinde beklenen etkiyi gösteremediği gibi genel çoğunlukta da alıcısı olmamıştır. Topluma sunulan önerilerin alıcı bulmaması karşısında iktidar siyasi geleceği açısından sıkıntıya girmiş çare aramaktadır.

Kutuplaştırıcı siyaset sıkıştı

Topluma "Ümmet" şemsiyesi öneren iktidarın temel politikası kutuplaştırmadır. Bir taraftan ülke insanını "bizim partiden/ittifaktan- karşı (düşman) partilerden/ittifaktan" diyerek ayrımcı politika yaparak, kemikleşmiş kitleler üzerinden seçimlere gireceksin, sonra tüm bunları yapan siz değilmişsiniz gibi "kardeşlik" ten söz ederek birlik bütünlük söylemi üzerinden yürüttüğün propagandaya hepimizi inandırmaya çalışacaksın. Sonra bir de farklı partilerden olduğu için birbirine karşı düşmanlaştırdığın ülke içindeki Müslüman ahaliyi kitlelere hoş gelecek "Ümmet" kavramı üzerinden kendine bağlayacaksın.

Kısaca, ümmeti, önce bölecek, ötekileştirecek, senden olan-olmayan diye ayıracak, hatta ümmetin bir kısmının çocuklarını KPSS sınavlarını çok yüksek puanlarla kazansa bile kendinden saymayıp eleyeceksin, sonra, "hepimiz kardeşiz" edebiyatıyla size katılmalarını isteyeceksin.

Herkes aklını mı kaybetti

Bu sebeple "Ümmet" söyleminin alıcısı yoktur, olmayacakta.

Kemalizm'i geçmişler mi

Erdoğan, Türk-Kürt Arap bütünleşmesi üzerinden yürüyüp söylem geliştirince, taraftarları, "Kemalizm'i aştı" demeye başladılar.